YAZARLAR için arşiv

TÜRK EDEBİYATÇILARI (Abdülhak Şinasi Hisar)

Posted in Kafkasyıldızı,Karaçay,Bilgi Denizi.Tarih,Türk with tags , , , , , , on 25/05/2013 by kafkasyildizi


ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR

1883′te İstanbul’da doğdu. 3 Mayıs 1963′te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Romancı. Türkiye’de ilk edebiyat dergilerinden 1882-1883′te yayınlanan Hazine-i Evrak’ın yayıncısı, öykü ve eleştiri yazarı Mahmud Celaleddin Bey’in oğlu. Babası ona hayranlık duyduğu iki şair Şinasi ile Abdülhak Hamit Tarhan‘ın adlarını verdi. Çocukluğu Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca’daki konaklarda geçti.Mürebbiyelerinden Fransızca öğrendi. Tevfik Fikret‘ten Türkçe dersleri aldı. 1905′te Mekteb-i Sultani’yi (Galatasaray Lisesi) bitirdi. 1905-1908 arasında Paris’te Siyasal Bilgiler Yüksekokulu’nda öğrenim gördü. Jön Türk hareketine katıldı. 2′nci Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döndü. 1909′da bir Fransız şirketine memur olarak girdi. 1924′te Reji İdaresi’nde çalışmaya başladı. Balkan Birliği Cemiyeti Genel Sekreterliği yaptı. 1945′te Uluslararası Barış Kongresi’ne katılmak üzere ABD’ye gitti. 1984′ten sonra ölümüne değin sürekli İstanbul’da kaldı. 1921′den sonra “Dergâh” dergisinde “Kitaplar ve Muharrirler” başlığıyla yazdığı eleştirilerle adını duyurdu. Yarın, İleri ve Medeniyet dergilerinde şiirleri, eleştirileri yayınlandı. Cumhuriyet’ten sonra Ağaç, Türk Yurdu, Ülkü ve Varlık dergileriyle, Milliyet ve Dünya gazetelerinde yazdı. İlk romanı “Fahim Bey ve Biz” 1942 Cumhuriyet Halk Partisi yarışmasında üçüncülük ödülü aldı. Bu eser eleştirmenler tarafından “akıcı bir dil ve yetkin bir üslupla kaleme alınmış” diye değerlendirildi. Romanlarında Rumelihisarı, Büyükada, Çamlıca üçgeninde varlıklı, gününü gün eden, sorunsuz insanların yaşamlarını yansıttı. Bu çevrelerin dışındaki yaşamı basit ve aşağı buldu. Fransız edebiyatçılardan etkilendi. Kahramanlarının hepsini dengesiz, gariplikleri olan, içine kapanık, başarısız ve hayalleriyle avunan kişiler olarak kurguladı. Olaylardan çok kahramanlarının duygu ve düşüncelerine öncelik verdi. Şiirsel bir dil ve özgün bir teknik kullandı.

ESERLERİ

ROMAN:
Fahim Bey ve Biz (1941)
Çamlıca’daki Eniştemiz (1944)
Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952)

ANI VE DENEME:
Boğaziçi Mehtapları (1943)
Boğaziçi Yalıları (1954)
Geçmiş Zaman Köşkleri (1956)İNCELEME-ANTOLOJİ:
İstanbul ve Pierre Loti (1958)
Yahya Kemal’e Veda (1959)
Ahmet Haşim’in Şiiri ve Hayatı (1963)
Aşk İmiş Her Ne Var Alemde (1955, antoloji)
Geçmiş Zaman Fıkraları (1958, antoloji)

DÜNYA DİNLERİ (KONFÜÇYÜSYANİZM)

Posted in Kafkasyıldızı,Karaçay,Bilgi Denizi.Tarih,Türk with tags , , , , on 18/04/2013 by kafkasyildizi

Konfüçyüsyanizm

Dinin kurucusu Konfüçyüs (M.Ö. 551- 479) adındaki bir filozoftur. Şantung eyaletinde doğmuŞ ve orada ölmüŞtür. O zamandan beri eyalet Çinlilerce kutsal sayılır. Konfüçyüs ‘ün hayatında baŞarılı bir öğretmenlik dönemi vardır. O ‘nun en önemli özelliklerinden biri kendine aŞırı güvenidir. Bütün hayatı boyunca insanları, iyiye, doğruya ve Şerefli bir yaŞamaya yönelten, inandığı prensipleri yaymak için kitap yazan Konfüçyüs, daha çok akla hitap metodunu kullanmıŞ, mistik bir tavır takınarak metafiziğin her türünü reddetmiŞtir. Konfüçyüs hiçbir zaman Lao-Tseu gibi (Taoizm ‘in kurucusu), gibi ilahi bir kuvvetin elçisi olduğunu iddia etmemiŞtir. Dini konular üzerinde fazla konuŞmamasına rağmen çoğu zaman O, kutsallaŞtırılmıŞtır.

Konfüçyanizm ‘de insanın evlenmeden veya bir erkek evlat bırakmadan ölmesi büyük günah sayılır. Çünkü erkek evladın, ata ruhlarına ibadeti devam ettireceğine inanılır. Ata ruhları her aile için özel koruyuculuk görevini yerine getirir.

Konfüçyanizm Vu-Ti (M.Ö. 140-87) zamanından 1912 yılına kadar devletin resmi dini kabul edilmiŞtir. Bir bakıma Konfüçyanizm, geleneksel Çin Şinizmi ‘nin kaideleŞmesi Şeklidir.
Kutsal Metinleri

Konfüçyanizm ‘in mukaddes kitapları, Konfüçyüs ‘ün öğrencileri tarafından büyük bir dikkatle toplanmıŞtır. Bu metinler Konfüçyüs ‘e isnat olunan (Ta-Hio, Tehoung-Young) ve (Loun-You) iki kitaptan meydana gelmiŞtir ve 1- Klasikler, 2- Kitaplar diye iki kısma ayrılır.

Konfüçyüs bütün eski Çin metinlerini (sosyal, dini, ahlaki gelenek, görenek) gözden geçirmek suretiyle atalar kültürüne dayalı Çin medeniyetini ortaya koymak istemiŞtir. Konfüçyanizm ‘in en önemli dini metinleri olan beŞ klasik Şu kitaplardan meydana gelmektedir:

-DeğiŞiklikler Kitabı,
-Tarih Kitabı,
-Şiirler Kitabı,
-Törenler Kitabı,
-ilkbahar ve Sonbahar Vekayinameleri.
Sung Hanedanı tarafından (XI. Yüzyıl) bir araya getiren diğer dört kutsal metin de Şunlardır:

-Konfüçyüs ‘ün KonuŞmaları,
-Mansiyus ‘un Sözleri,
-Ortayol Doktrini,
-Büyük Bilgi.

Kutsal metinler üzerine Çin bilginlerince yazılan tefsirlerin en meŞhuru Tehou-Hi ‘nin eseridir.

Devlet ve Halk Dini Olarak Konfüçyanizm ve ibadetleri

Konfüçyanizm ‘de ayrı bir rahipler sınıfı olmadığı için ayinler genellikle devletin yetkili memurlarınca yönetilir. Dünyanın üstün idarecisi Gök tanrı için yapılan törenleri hemen ekseriyetle imparator yönetir. Her yıl 22 aralık gece yarısından sonra baŞlayan bu törenler adaklar, içkiler, yiyecekler ve müzikli alaylar Şeklinde icra edilir. Pekin ‘in güneyindeki dünyanın en büyük mihrabı sayılan üç teraslı beyaz mihrabın çevresinde yapılır.

inançlarına göre yer yüzüne ibadet daha aŞağı dereceden bir tabiat kuvvetine tapınma Şeklidir. Yukarıda iŞaret edilen yukarıda iŞaret edilenin dıŞında, her yıl yapılan güneŞ ve ay ibadeti ile ilgili ayinler de yine devlet görevlilerince yürütülür.(Son yıllarda bu anlayıŞ yavaŞ yavaŞ terk edilmektedir)

Halk ibadetinde en yaygın olan anlayıŞ atalara ibadettir. Konfüçyüs ‘ten önce de çok yaygın olan bu ibadet, O ‘ndan sonra da devam etmektedir; çünkü bu dinin ölmüŞ ata ruhlarının ev veya mezarın etrafında dolaŞtıklarına inanırlar. Bu bakımdan evin sakinleri belli zamanlarda, ölüleri için kutsal birliği sağlamak üzere yiyecek hazırlamayı bir görev bilir. Konfüçyanizm ‘de önemli bir yer tuttuğu için ruhları rahatsız etmeden son derece sakınılır

Öğreti ve ÖzdeyiŞleri

Öğretileri en büyük ilgiyi Çin ‘de Han Hanedanı ‘ndan görmüŞtür.”Büyük Bilgi” ve “Ortayol Doktrini” adlı kitapların yayınlanması bu zamanda gerçekleŞmiŞtir. O ‘nun öğretileri ilgili esasların yer aldığı “Konfüçyüs ‘ten Seçmeler Kitabı”, öğrencilerinin-inanlarının- gayretiyle derlenmiŞtir. Seçme Konfüçyüs ÖzdeyiŞlerinden bazıları Şöyledir.

-Oğuldan istenen babaya, memurdan istenen hükümdara, kardeŞten istenen ağabeye, arkadaŞtan istenen de kendisine verilmelidir.
-Temkinli olanlar pot kırmaz
-Kendimize yapılmasını istemediğimizi baŞkasına yapmamalıyız.
-insanlar prensiplerine hakim olabilir. Prensipler insanlara hakim olamaz.
-DüŞünmeden öğrenmek,boŞuna zaman harcamaktır.
-Bilgi desteğinden yoksun bir fikir,tehlikelidir.
-Sizden üst durumda olan birinin beğenmediğiniz halleriyle sizden alt durumda olan birine davranmayın.

Ahlak AnlayıŞları

Konfüçyanizm, bir dinden çok ahlaki sistem olarak algılanmıŞtır. O, ahlaki prensiplerinde cemiyet ve milletin ıslahı ile mutluluğu sağlamayı hedef almıŞtır. O bir yandan toplumu saadete ulaŞtıracak prensipler koymuŞ, diğer yandan da Çin ‘in eski dini tasavvurlarını canlandırmaktan geri kalmamıŞtır. Hiçbir zaman “öbür dünya”nın varlığını inkar etmemiŞtir.

Konfüçyüs, topluma daimi olarak hata iŞlemekten uzak kalmalarını hatırlatmıŞ,iŞlenen bir suçun cezasının mutlaka bu dünyada görüleceğine onları inandırmaya çalıŞmıŞtır. O her fırsatta çevresindekilere birbirlerinden özür dilemelerini telkin etmiŞ, insanın her zaman hatadan muaf olamayacağına dikkat çekmiŞtir.

Konfüçyanizm ‘in ahlaki prensiplerini,Büyük Bilgi adlı eserinde görmek mümkündür. Bu kitabında Konfüçyüs barıŞı sağlama yolunun bizzat insanın kendi benliğinde oluŞması gerektiğine dikkat çekerek ancak kendisiyle barıŞık olan insanın ev halkını çevresini ve nihayet milletini yönlendirebileceğini belirtmiŞtir. O ‘na göre 5 fazilet vardır:

-iyilik yapmak
-Güvenilir bir Şahsiyet olmak
-Dürüst davranmak
-Terbiyeli olmak
-Tedbirli davranmak

BaŞarını her zaman faziletin varlığı anlamına gelmeyeceğini söyleyen Konfüçyüs ancak iyilikte ısrar etmek suretiyle hikmet ve faziletin bir anlam taŞıyacağını açıklamıŞtır.

Konfüçyüs ‘e göre ahlaki telkinlerin meyve verebilmesi için Şu ana temeller üzerine oturması Şarttır.

-Kültür
-Sözünde durma
-iŞ idaresi
-Üste karŞı dürüst davranma

Ahlaki olgunluğun temel öğelerini teŞkil eden insanı iliŞkileri Konfüçyüs beŞ maddede toplamıŞtır. Bunlar ;

-Amir – memur iliŞkisi
-ArkadaŞ – dost iliŞkisi
-Karı – koca iliŞkisi
-Ana-babanın çocuklarıyla iliŞkisi
-KardeŞler arası iliŞkiler.

Sosyal hayatın bütün yönlerini içine alan bu beŞ esas, bütün diğer ahlaki istemlerinde vazgeçemeyeceği prensiplerin baŞında gelmektedir. Konfüçyüs ‘e göre hayırseverlik ve adalet ahlaki olgunluğu tamamlayan iki önemli erdemdir. Toplumda bazı görevler sırf ahlaki oldukları için yapılmak zorundadır. Menfaatler adaletin gerçekleŞmesini önleyen en büyük faktörlerdir. Bunun için insanları bu duygudan uzaklaŞtırmak gerekir.

Günümüzde Konfüçyanizm

Günümüzde Konfüçyüsyanizm Çin, Çin Hindi (Tayland, Tayvan, Vietnam ), Kore, Japonya,Hindistan ‘da taraftar kitlesine sahip olmakla beraber Avrupa ve Amerika ‘da da Konfüçyüs Dini mensupları bulunur. Doğu dinlerinin birbirleriyle iç içe geçmesi taraftar sayısı hakkında net bilgi almayı güçleŞtirmekle birlikte, bazı din araŞtırmacılarınca bu sayının 350.000.000 ‘un üzerinde olduğu ifade edilmektedir. Konfüçyanizm nitelik olarak din -ahlak öğretisi özelliklerinden dolayı farklı bir dine inanan biri tarafından da kabul edilebilir olduğundan özellikle batı ülkelerinde yayılmaya devam etmektedir.

DÜNYA DİNLERİ (ŞİNTOİZM)

Posted in Kafkasyıldızı,Karaçay,Bilgi Denizi.Tarih,Türk with tags , , , , on 18/04/2013 by kafkasyildizi

Şintoizm

Dünyanın en eski dinleri arasında yer alan Şintoizm M.Ö.VII yy kadar eskiye dayandırıla bilinecek Japonların Milli Dini karekterini sergilemektedir. Şintoizm ‘in Japoncada karşılığı Kami-Nomiçi ‘dir ( Tanrıların Yolu) Şintoizmin herhangi bir kurucusu yoktur. Şintoizm ‘in geçirdiği safhalar üç devrede incelenir. Bunlar ;

1 – Mitolojik dönemlerde başlayan ve Budizm ‘in Japonya ‘ya girişine kadar devam eden dönem(MS 552)
2 – Budizm, Şintoizm mücadeşlesinin kızıştığı 9.yy kadar süren dönem.
3 – Şintoizm ‘le Budizm ‘in birbirinden ayrıldığı,1192 ‘den 1868 reformuna kadar devam eden dönem.

Şintoizm ‘in bir diğer özelliği milli,iptidai resmi inanış sistemi bulunmayan, diğer dinlere karşı oldukça hoşgörülü bir din olmasıdır . Şintoizm ‘in 2 temel özelliği kısaca;
-Milli bir dindir
-Tabiata tapmaya önem verir.
inanç ve ibadetleri

ilahlarla ilgili inançlara göre birbiriyle hem kardeş hem karı-koca olan Gök (Baba Tanrı) ile Yer (Ana Tanrı) bütün Japon adalarını ve diğer Tabiat Tanrılarını doğurmuşlardır. Bu iki ilah inancı etrafında dönüp dolaşan başka Tanrı inanışları da vardır. Nakledildiğine göre Japonya ‘da 8.000.000 ilah vardır. Dağ, ırmak, ateş, gök gürlemesi, fırtına, yağmur, vb. ilahlar dışında her meslek sahibinin de ayrı bir ilahı vardır. Ölüler yaşayanlara muhtaçtır. Kendilerine ikram yapıldığı, mezarın üzerine yiyecek, içecek, eşya vs.. konulduğu sürece mesut olurlar.

Ailenin, köyün, klanın ve imparatorun atalarının ruhları en başta gelen ruhlardır. imparator Güneş ilahesinin torunudur. Genellikle Japonlar dünyanın iyi ve kötü ruhlarla dolu olduğuna inanırlar. Şintoizm ‘de tapınak ve evde yapılabilir. Japonya ‘da yüzbinin üzerinde mabet olduğu söylenmektedir. Mabetlerde genellikle eskiliği açısından değerli olan ayna, kılıç, mücevherli taş ve Amatarasu ‘nun heykeli bulunur.

Japonların ibadet şekilleri çok sade ve basittir. ibadet etmek isteyen kişi mabede gider, elini, yüzünü ve ayaklarını Müslümanların abdest almaları gibi yıkarlar. Mabetteki kıymetli eşya karşısında diz çöker. ibadetini tamamlar ve dışarı çıkar. Eskiden ibadette kurban bulanmasına rağmen, günümüzde rastlanmamaktadır. ibadet için temizliğe çok önem veren Japonlar bunu ihmal etmeyi büyük günah sayarlar. Bazı özel durumlarda islam inancındaki gusüle benzer bir temizlik yaparlar. ibadeti rahipler idare eder. Özel öğretimlerle yetiştirilirler.

Evlenme törenleri mabetlerin bitişindeki evlenme salonlarında rahipler tarafından icra edilir. Cenaze törenlerini ise Budist rahipler yönetir. Bu anlayış bir Japon tarafından “Biz Şintoist doğar, Budist ölürüz” şeklinde kabul edilir. inançlarına göre ölen herkes “Kami” olur. Onlara göre “Aile bir dindir, aile ocağı ise tapınaktır.” Ölülere karşı görevini yapan insan, yaşayanlara karşı olan vazifelerini de yerine getirmiş olur. Çok eski zamanlardan kalma duaları ve sıhri formülleri ezbere okumak, ilahlara hediyeler takdim etmek Japonların bugünde vazgeçemedikleri davranışlardandır.
Tanrı Anlayışları
Japon dilinde genellikle Tanrı veya O ‘nun yerini tutacak kavramlar için üst, yukarı anlamına gelen “Kami” kelimesi kullanılmaktadır.

Şintoizm ‘de ilahlar hem erkek (izanagi) hem de dişi (izanami) ‘dir. Bu iki ilah daha sonra geleceklerin ataları olmuştur. Şintoizm ‘de kutsal metinlerin de bu ilahların yaptıkları yazılıdır. Onlarda aynen insanlar gibi doğar, evlenir, banyo alır, hastalanır, kıskanır, ağlar ve ölür. Ahlaki karakterleri de insanlarınkine benzer. Bütün ilahlar doğrudan doğruya tabiat güçleri veya tabiatta bulunan bazı maddelerle ilgili görülmüştür. Tabiat ilahları arasında en önemlisi güneş tanrısı Amaterasu ‘dur.

Şintoizm ‘in iki mukaddes metninde yıldız ve fırtına ilahları ile sis ilahesinin de adı geçer. Fuji-Yama Dağı da mukaddes dağlar silsilesinin en önemlidir.

Kutsal Yazıları

Şintoizm ‘in kutsal metinleri de ikidir: 1- Kojiki 2- Nihongi. Çin yazısının kabulünden önce kendilerine has bir yazıları bulanmadığı için Kojiki ‘nin yazıya dökülmesi 712 yılında imparatorun emri ile olmuştur. Tanrıların ve devletin ilahi kaynağı ile insanlığın başlangıcından Kojiki kitabında bahsedilir. Nihongi ise, bir nevi Kojiki ‘nin yorumudur. Nihongi ‘de devlet hizmetlerinde görev alanların uyması gereken bazı tavsiyeler yer alır.
Günümüzde Şintoizm
Günümüzde Şintoizm Milli bir din olması nedeniyle Japonlar arasında yaygındır.Başta Japonya olmak üzere Japonların yaşadığı diğer ülkelerde de yayılma imkanı bulmuştur.Günümüzde Şintoistlerin sayısının 4.000.000’un üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.

DÜNYA DİNLERİ (HİNDUİZM)

Posted in Kafkasyıldızı,Karaçay,Bilgi Denizi.Tarih,Türk with tags , , , , on 18/04/2013 by kafkasyildizi

Hinduizm

Çeşitli görüşleri, dini inanışları, mitolojik davranışları ve ibadetleri içine alan ve Hindistan�da yaşayan Hinduların tâbi olduğu inançlar ve görenekler ile dini ve sosyal kurumların tamamına verilen ad. Tek başına bir dini inanış biçimi olmaktan ziyade sosyal bir sistem olarak yaşayan Hinduizmin dini temelleri Veda dinine ve Brahmanizme dayanmaktadır. Bu sebeple zamanımızda Brahmanizmle Hinduizmin birbirinin yerine kullanıldıkları görülmektedir.

Tarih bakımından M.Ö 2000 yılın son yüzyıllarında Hindistan�a yerleşen Hintlilerin kutsal saydıkları �Vedalar� adlı İlkçağ metinlerine dayanan Hinduizm, M.Ö. 1200-500 yılları arasında Hint yarımadasını işgal eden Ârilerin dini inanışı hâline geldi. Daha sonraki zamanlarda bazı değişiklikler göstererek zamanımıza kadar ulaştı.

Hinduizmde iki temel inanç esası vardır:
Birincisi; tenasüh, yani ruhun bir bedenden başka bir bedene geçmesi inanışıdır. Hinduizme göre varlıkların ruhları, öldükten sonra başka bir varlığın bedenine dönebilirler. Tenasüh yoluyla ruhların yükselmeleri düşünüldüğü gibi, yaptıkları işlere göre aşağı derecelere indikleri de kabul edilir.

İkinci temel inanış ise kast sistemidir. Halkı birbirinden ayrı dört sınıfa ayıran bu sistemin birinci sınıfı, Brahmanlardır. Bunlar Brahma inanışının kudsi rahipleri ve âlimleridir. Mukaddes Veda kitabını okumak, açıklamak ve diğer Brahma mensuplarına yol göstermek vazifeleridir. İkinci sınıf, Krişnalardır. Bu sınıfa hükümdarlar, racalar ve büyük devlet adamları ve askerler girerler. Üçüncü sınıf Vayansalardır. Bu sınıfa da tüccarlar ve çiftçiler girerler. Dördüncü sınıf Çudralardır. Bu sınıfa işçiler, sanatkârlar vb. girerler. Bu dört sınıftan çıkarılanlara ise parya ismi verilir. Bu zavallıların insan gibi yaşamak hakkı yoktur. Hayvan muamelesi görürler. Dört sınıfa giren insanların haklarına malik değildirler.

Hinduizmde yaratıcı Brahma adı verilen tanrıdır. Ayrıca Krişna, Vişnu ve Siva (Şiva) dan teşekkül eden üçlü tanrı inancı vardır. Hinduizmin bu üçlü tanrı inancına Trimurti denir. Bu üçlü inanışın dışında Hinduizmde sayısız denecek kadar tanrılar da vardır. Ayrıca dağlar, ırmaklar ve hayvanlar mukaddes ilahi varlıklar olarak kabul edilir. Hele inek Hindistan�ın en mukaddes hayvanıdır. Çünkü o bütün insan olmayan mahlukların sembolüdür. Onu öldürmek demek, bir Brahmanı öldürmek demektir ki affedilmez. Diğer mukaddes yerler Ganj Nehri ve Benares şehridir. Onlara göre, Ganj Nehri insanın günahlarını temizler. Benares�te ölen, Siva (Şiva) nın inayetine kavuşur.

Hinduizmde dini inanış emir ve yasaklar Manava Dharina Şastra ismindeki mukaddes kitaplarında yazılıdır. Bu mukaddes kitaptan başka Brahmanalar, Upanişadlar, Puranalar, Mahabharatalar ve Ramayanalar adlı mukaddes kitaplar da vardır.

Hinduizmde insanı tanrılara ulaştıran birçok yol vardır. Bunlardan biri yoga�dır. Birlik anlamına gelen yoga hem psikolojik bir disiplin, hem de değer verilen şeyle kaynaşmak gayesiyle teneffüsü kontrol etme faaliyetidir. Tanrılara ulaştıran ikinci önemli yol Tantrizm�dir.

İbadetlerin mühim kısmı kurtuluşu temin eden üç esasta toplanmıştır.
Birincisi; güzel amellerdir. (Mesela, ölenler için kurban kesmek, güneşe hürmet etmek, evde devamlı ateş yakmak, doğum, ölüm ve düğünlerde ibadet etmek, mukaddes kitapları okumak.)

İkincisi, hakikat bilgisidir. Bütün varlıkların aslı tek hakikattir. Bu hakikate ulaşabilmek için dini bilgileri öğrenmek, rahip olmak ve dünyayı terk etmek lazımdır.

Üçüncüsü, tanrı ile beraber olmaktır. Bu da ibadetle olur. Hinduizmde tapınma kişisel olabilir. Buna puja adı verilir. Kurban törenlerine jajna denir. Her kişi için doğumundan ölümüne kadar 12 tören yapılır.

Hinduizmde temel ahlak kaidesi nefse hakimiyet ve feragatkâr olmaktır. Kast sistemine bağlı kalmak için azami gayret sarf etmek, Brahmanların kanunlarına uymak, kadınlara hiçbir hak tanımamak ve paryaları kurbanlık hayvanlar gibi telakki etmek Hinduizmin sosyal idealini ortaya koymaktadır.

Kurucusunun bulunmayışı, tenasüh inancının bulunması ve hayvan etinin yenmemesi gibi özelliklerle diğer bâtıl dinlerden ayrılan Hinduizm İslamiyet�ten sonra bazı değişiklikler geçirdi. Tevhid inancını savunanlar oldu. Yakınçağda Batıyla ilişkilerin neticesinde Hinduizm içinde çeşitli reform hareketleri gelişti. 1828�de Rommohan Ray�ın kurduğu Brahmo Samac (Brahma�nın Cemiyeti) ile 1875�te Dayananda Sarvasti�nin kurduğu Arya Somal (Soylular Derneği) Hinduizmi çok tanrıcılıktan ve tasvire tapınmadan arındırarak yeni bir şekil vermeye çalıştılar. Mohandos Gandhi şiddet kullanmamak, evlenmemek ve toplumsal hoşgörü gibi eski Hindu geleneklerini yeni sosyal ve siyasi şartlara uyarladı.

DÜNYA DİNLERİ (SİHİZM)

Posted in Kafkasyıldızı,Karaçay,Bilgi Denizi.Tarih,Türk with tags , , , , on 18/04/2013 by kafkasyildizi

Sihizm – Sıkh Dini

Sihizm olarak geçen Sıkh Dini; Hindistan ‘da takriben 1500 ‘lü yıllarda doğmuştur. Günümüz Hint Yarımadası ‘nda diğer dinlere nazaran daha aktif ve uzlaşmaz tutumu ile gündemde kalmaya çalışan Sıkh Dini, Hint Felsefesinden kaynaklanan Maya ve Nirvana tasavvurlarını benimsemiş olmakla tanınmıştır. Sihizm, günümüzde Hindistan ‘ın dini ve siyasi hayatında önemli yerini korumaktadır.
[Linkleri görmek için üye olmalısınız. ÜYELİK >>>

Doğuşu ve Gelişmesi
Sihizm Sri Guru Nanak Dev Ji (1469-1539) tarafından kurulmuştur edilmiştir. İslam ve Hinduizm karışımı bir dini harekettir. Sihler Kuzeybatı Hindistan ‘ın Pencap bölgesinde yaşamaktadırlar. 1995 sayımına göre nüfusları 18.7 milyon idi. Bu da Hindistan nüfusunun % 1.9 unu teşkil etmekteydi. Ayrıca küçük gruplar halinde İngiltere, Kanada, ABD, Malezya ve Doğu Afrika ‘da bulunmaktadırlar. Günümüzde Hint dini ve siyasi hayatında önemli bir yer tutmaktadırlar.
Sihizm hareketini Pencap ‘ta ilk başlatan Guru Nanak (1469-1539) yalnızca dini akideler çerçevesinde Müslüman ve Hindu unsurlarını uzlaştırmaya gayret ederek başlamıştır. O sistemi “Tanrının birliği”, “İnsanlığın kardeşliği” , “Kast sisteminin reddi” ve “puta tapıcılığın faydasızlığı” prensipleri üzerine kurmuştur. İslam ‘ın Hindistan ‘a girmesinden sonra İslam ile Hinduizmi sentezleme çalışmalarının en ilgi çekeni Nanak ‘ın çalışmasıdır. Önce siyasi olarak başlayan bu hareket, sonradan dini bir yön kazanmıştır. İslam tasavvufunun da etkisinde kalan Nanak, Kuzey Hindistan ‘da vaazlarda bulunmuş ve uzlaştırmacı (Sinkretist) Sih hareketini ortaya çıkarmıştır. İslam ‘ın Tanrı inanışını, Hinduizmin Maya ve Nirvana tasavvurlarını ve tenasüh (ruh göçü) fikrini kabul etmiş olmasına rağmen Avatarlara inanmayı reddetmiştir.
Budanın reformcu hareketine benzer şekilde Nanak da kast sistemini bütünüyle reddetmiş, putlara tapınmanın kötülüğü ile kardeşçe sevginin önemini dile getirmiştir.
Ortaçağ boyunca Hindistan ‘da çıkan toplumsal, dinsel ve siyasal hoşnutsuzlukların yeni dini reformistler tarafından ortaya konacak ilkelerle giderilmesi bekleniyordu. Özellikle İslam ‘ın Hindistan ‘a girmesiyle Hinduizmle İslam arasında Orta Yolcu uzlaştırmacı hareketler ortaya çıkmıştır. Dini reform konusunda XV.yüzyılın ikinci yarısında, kendisini kabul ettiren ilk büyük isim Kabir (Kebir) dir. O (İ.S.1435-1518) tek tanrı inancını yerleştirmeye çalışmış, ancak Hinduizmin bazı önemli kavram ve düşüncelerini muhafaza etmişlerdir. Müslüman hükümdar Ekber de (1542-1605) düşünce bağlamında bütün dinleri felsefi bir monoteizmde uzlaştırmayı denemiş, Onun açtığı bu yolda yürüyüp de başarıya ulaşmış olan Sihizmin de kurucusu Nanak olmuştur.
[Linkleri görmek için üye olmalısınız. ÜYELİK >>>

Guru Nanak ve Misyonu
Guru Nanak , İ.S. 1469 yılında Hindistan ‘ın en kritik döneminde Pencap ‘taki Talvandi köyünde doğmuş, çocukluğu ve yetişkinlik çağı bu köyde geçmiş; bu köyde evlenmiş ve bu köyde iki oğlu olmuştur. Fakir ancak soylu bir ailenin çocuğu idi. O Sultanpur şehrinde Müslüman bir idarecinin hizmetinde uzun yıllar geçirdi. Guru Nanak ‘ın hayatını üç parçaya ayırabiliriz: İlk 30 yıllık bölümü Talvandi ve Sultanpur şehrinde ev hizmetçiliği yaparak geçirmiştir. İkinci 22 yıllık peryod uzak yakın birçok yerlere misyonerlik seyahatleriyle geçirdiği dönemdir. Üçüncü son 18 yıllık bölümü ise Kartarpur ‘da müritlerini eğitmeye harcadığı hayatının son bölümüdür.

Hayatının ilk safhası aynı zamanda aydınlanmaya ulaştığı dönemdir. O boş zamanlarında ormana çekilip düşüncelere dalmış, bu gezilerinin birinde kendisine “Yüce Tanrının varlığı düşüncesini yayma” görevi verilmişti. Bu arada kendisi Mekke ‘ye gitmiş, Tanrının evinin sadece Kabe olmadığı sonucuna varmış, 1500 yılına doğru “tek ve gerçek olan tanrı” sını anlatmak için Sultanpur şehrinden çıkmış, kutsal yerleri gezmiş, birçok din adamlarıyla görüşmüş, tartışmalara girişmiş, bu sırada bir zengin tarafından şerefine Ravi Nehri kıyısında kurulan Kartapur köyüne yerleşti ve hayatının son on yılını burada geçirdi. Bu köyde yeni inancını yaymaya çalıştı. Guru Nanak insanın eşitliği üzerinde durdu. O Hindularla Müslümanları birbirlerine yaklaştırmaya çalıştı. O önemli şeyh ve azizlerin yanına gitti ve onlara ruhsal hayatın gerçek yolunu açıklamaya çalıştı. O kast sisteminin ayırıcı özelliğine hep karşı çıktı. Kendisini en alt kastın bir üyesi olarak adlandırdı, hep. Guru Nanak 1539 yılında 70 yaşında iken geride iki oğul ve birçok Sih bırakarak bu dünyaya veda etti. Guru Nanak ‘ın ölümünden sonra Guru olarak Sihlerin başına Angad (1504-1552) geçti. Angad, Nanak ‘ın en sadık talebesiydi ve Nanak ‘ın telkin ettiği tenasüh (ruh göçü) inancı gereği, Onun ruhunun sırasıyla kendini takip eden “guru”ya geçeceği fikri ile Angad ve daha sonra gelen guruların hepsi Nanak ‘ın yeni tezahürleri olarak görüldü.
Angad 1552 yılına kadar sürdürdüğü guruluğu sırasında Nanak ‘ın şiirlerini bir araya topladı. Nanak ‘ın ilk biyografisini yazdı. Pencap ‘ta kullanılan Gurmuki Kutsal Metni Angad ‘a dayandırıldı.
[Linkleri görmek için üye olmalısınız. ÜYELİK >>>

Sihler arasında birlik ve beraberliği sağlayan 3. guru Amar Das (1479-1574) yeni töreler oluşturdu. Kendilerine özel evlilik ve doğum törenleri ihdas etti. Kendisini ziyarete gelenlerle birlikte yemek yedi. Dini toplantılarda üç festivali (Divali, Barsakhi ve Maghi) ortaya koydu. Ondan sonra da Amardas ‘ın damadı Ram Das guru oldu. Guru Ramdas (1534-1581) 4. guru olarak misyonerlik faaliyetlerine ağırlık verdi. Ramdas zamanında zengin ve fakir sınıflar arasında Sihizm yayıldı. Bazı Aristokratlar Amitsarı ( Ramdas ‘ın yeni ibadet merkezi olarak kurduğu ve yerleştiği yer ) ziyaret etmişler ve Onun müritleri olmuşlardır.
Cemaatin gelişimi Ramdas ‘ın en küçük oğlu Arjan ‘ın (1563-1606) 5. guru olmasıyla sürdü. Arjan Ramdas ‘ın hayatını kendisine adadığı en küçük oğlu idi. Arjan babasının isteğiyle evlenmek üzere Lahor ‘a gitti. Orada babasından ayrı kaldığı için korkunç bir depresyon geçirdi. O haliyle Guru aşkı ve hasretiyle dopdolu iki önemli şiirsel mektuplar yazdıysa da Kardeşi Prithi Chand onlara el koyduğundan mektuplar babasına ulaşmamıştı. Mektuplarının bir yerinde : “Ruhum Guruyu görmenin hasretiyle yanıyor ve inliyor. Feryatlarım yağmur için ağlayan Çatriklerin feryatlarına benziyor” diyordu. Üçüncü mektup Ramdas ‘a ulaşınca, Onu hemen çağırdı. Prithi Chand babasının yerine geçmeye çok meraklı ve istekliydi. Ancak Guru Ramdas çocuklarını test etti ve sonunda küçük oğlu Arjan ‘ı halefi tayin etti. Guru Arjan Sihlerin endüstriyel ve kültürel merkezi olan Amritsar ‘ı daha da geliştirdi. Oradaki Altın Mabed ‘in (Har Mandar) yapım işini sona erdirdi. Bu Mabed Sihlerin ziyaret ettiği, kutsal bir mabettir. Ekber Şahın Sihlere tahsis ettiği toprak üzerinde Ramdas zamanında yapımına başlanmıştı. Tapınak güzel bir gölet ortasında etrafındaki topraktan daha düşük seviyede bina edilmişti. Yine Arjun ilk dört Gurunun ilahilerini ve Hindu Bhagatları ve Bhattları topladı. Onlara kendi dikte ettiği ilahileri içeren Gurdası ilave etti. 1604 de ilk kitap Adi Granthın derlemesini tamamlamış oldu. Bu kitapta Sihlerin dini inanç ve ahlak ilkeleri ortaya konulmuştur. Amritsar Onun zamanında bankacılığın, marangozluk, nakış, süsleme ve at eğiticiliğin merkezi oldu. Sihleri Orta Asya ve Afganistan ‘a iyi atlar için gönderdi. Sihler atları yetiştirme ve binicilikte ilerlediler. Bütün bu gelişmeler Ekber ‘in oğlu Cihangir ‘in döneminde oluyordu. Müslümanlar bile Altın Mabede (Har Mandar) geliyorlardı. Cihangir onların kendilerine ait kelimeler kullanmaları gerektiğini böylece oraya akan trafiğin kesileceğini düşündü. Guru Arjan ‘dan Adi Granthdaki İslam ‘ın Peygamberi Muhammed ile ilgili bölümlerin çıkarılmasını istedi. Guru bunu yapmayı reddetti. Bu arada Divanda yalan yanlış hikayelerle Cihangirin düşünceleri zehirlendi. Sonunda Guruya kaynamış sular ve kumlarla işkenceler yapıldı. Guru Arjan büyük bir tevekkülle bütün eziyetlere katlandı. Sih tarihinin ilk şehidi oldu.

Har Gobind (1595-1644), babası Arjun ‘un 1606 da ölmesi üzerine 6. guru olarak Sihlerin başına geçti. Babası Moğol tiranlığının kurbanı olmuştu. Har Gobind zamanında Sihler , Cihangir ve daha sonra oğlu Şah Cihana karşı askeri teşkilatlanma yoluna gittiler. Bunun için 800 at, 300 atlı süvari ve topçu sınıfı oluşturdular. Moğollarla üç savaş yaptılar. Birincisi 1643 de Amritsar ‘da oldu. İkinci savaş Lehra yakınlarında 1637 de oldu. Gurunun ordusu kazandı. Üçüncü savaş 1638 de Kartarpur ‘da yapıldı. Gurunun bu üç savaşta da gösterdiği başarılar Sihler arasında büyük itibar sağlamasına sebep oldu. Guru Har Gobind ‘in bu kariyeri Sih tarihinde bir dönüm noktası oldu. Bu yeni şartlarla Sihizm militaristleşti. Guru iki kudrete sahip oldu: Ruhsal Gücü (Peeri) ve askeri gücü (Meeri). 1644 de Guru Har Gobind Guru Har Raiyi halefi olarak atadı.

Guru Har Rai (1630-1661) 7. Guru oldu. Guru Har Rai Sihleri Moğolların baskısından kurtarmaya çalıştı. Guru Har Rai aşk ve barış adamı idi. Sangat ‘ın hizmetinde bulundu. O müritlerinden Guru Granth Sahib ‘in ilahileri ve kendi disiplinli hayatına yönlendirme üzerine meditasyon yapmalarını sağladı. O hayırsever ve cömertti. Bir seferinde ataları Nabha, Jind ve Patıla ‘nın önceki yöneticileri olan kimseler Gurunun yanına geldiler. Yiyecek için ağlıyorlardı. Guru onlara yiyecek verdi ve onları memnun etti. Guru Har Rai kendini onlara adamış, ihtiyaçlarını gidermede yardımcı olmuştu.

Guru Harkrişhan (1656-1664) 8. Guru oldu. “Çocuk Guru” diye anılan Harkrishan özellikle çocukları ve öğrencileri korudu ve onları sevdi. 30 mart 1664 de öldü. Yerine amcası Tegh Bahadır (1621-1675) dokuzuncu Guru olarak geçti. Guru Tegh Bahadur ‘un hayatı üç önemli devreye ayrılır: Birinci dönem Amritsarda babasıyla birlikte 23 yıllık dönem. İkinci devre Bakala ‘da meditasyonla geçen 19 yıllık dönemi ile Doğu Hindistan ‘da ve Pencap ‘ta geçirdiği hayatın son 11 yıllık dönemi. Tegh Bahadur, Pencap ‘ta zenginlerden zorla para alması, kaçakları saklaması ve yağmalara girişmesi yüzünden Gurkanlılar tarafından öldürülmüştür. Rivayete göre İmparator Evrengzip Tegh Bahadur ‘u hapsetmiş ya İslam ‘ı kabul etmesi ya da bir mucize göstermesini istemişti. Guru Bahadur ikisini de reddetmiş; mucize konusunda şunları söylemişti: “İmparator başkalarına zulmederken kendi ölümünü unutması, asla mucize değildir.” Daha sonra İmparator Evrengzip Gurunun idamını emretmiş, böylece Sih tarihinde öldürülen ikinci kişi olmuştur.

Gobind (1666-1708) babasının öldürülmesinden hemen sonra Onuncu Guru olarak (1675-1708) göreve başladı. Guru Gobind ‘in önderliği altında Sihler dört başarıya ulaştılar:
1-Moğol gücüne karşı direnişe geçtiler.
2-Khalsa ‘yı (Tanrının Grubu) kurdu.
3-Savaşa uygun bir literatür ortaya koydu.
4-Sihler için daimi bir Guru ve Guru Granth Sahib olarak Adi Granth ‘ın tesisini sağladı.
Guru Gobind gerçek bir vatanseverdi. Sihleri hem ruh, hem de şekil bakımından bir birliğe kavuşturmak için Pahul ne Khalsa sistemini geliştirdi. Khalsa ‘ya girenler Pahul denilen bir takdis merasiminden geçmekte ve “k” ile başlayan şu 5 esası yerine getirmekteydi:

Pahul ve Khalsa Sistemi
1 – Kesha
Saç ve sakalların kesilmemesi; Sihler diğer insanlardan uzun saçlı olmalarıyla ayrılıyorlardı. Hayatlarına mal olsa bile saçlarını kesemezler. Keshas Guru tarafından Sihlere bir nişane olarak verilmişti. Sihler bu sebepten saçlarını düzenli, taranmış olarak muhafaza ederler ve türbanla saçlarını güzelce sarıp örterler. Bu bağlamda 1990 lı yıllarda İngiltere ‘de yaşayan bir Sihli motor sürerken kask takma mecburiyetinin kendisine uygulanmaması için dava açmış ve bu davayı kazanmıştı. Sihli bayanlar da ne saçlarını ne de kaşlarını alamazlar.
2 – Kangha
Tarak saçların temizliği için kullanılır. Sih saçlarını daima kangha ‘yla muhafaza eder. Onlar düzgün, temiz ve tertipli saçlarıyla gayet şık görünürler. Genellikle tahta tarak kullanırlar ve sabah akşam olmak üzere günde iki kez saçlarını tararlar.
3- Karha
Her Sih sağ bilek üzerine çelik bir bilezik takar. Altın, gümüş ve metal bilezikler Guru tarafından kutsanmış olarak dikkate alınmaz.
4-Kachhehra
Her Sih altına özel dizayn edilmiş ve yapılmış olan kısa pantolonu yüksek karakterin bir nişanesi olarak giyerler.
5- Kırpan
Her Sih ilericiliğin ve özgürlükte kararlığın bir sembolü olan bir kamayı (ya da kılıcı) Gatra denilen sırmalı şeritle kuşanırlar.

İnanç ve Ayinleri
Sihizm temel yapı itibariyle Tanrı ve O ‘nun birliğine inanır. Nanak Tanrıya isim vermekten sakınarak Ona Hari demiştir. Nanak ‘a göre Tanrı ‘ görünmez üç şey (1 Brahma (vareden), 2 Vişnu (Rızıklandıran) 3 Şiva (Öldüren)) yaratmıştır.

Sihizm ‘in inanç esasları;
-Gars ‘tan başkasının önünde eğilmemek
-Amritsar ‘da yıkanmak
-Bir birlerine Singh diye hitap etmek
-Traş olmamak
-Kama-kılıç taşımak
Sihizm ‘de kişinin bu dünyada yaptıklarının öteki alemdeki hayatına tesir edeceğine (Karma) ve ruh göçü (Tenasuh) ‘ne inanmaktadır.
Anlaşılmaz, karışık dua ve ayinler yerine, basit ibadet ve ayinleri tercih eden Sıkh Dini, dünya ve ahrete ait her tür faaliyetinin merkezi olarak Amritsar ‘daki Altın Mabed ‘i seçmişlerdir. Sihizm ‘de Altın Mabed ‘i önemini bugünde korumaktadır. İbadet niyetiyle bu Mabed ‘in havuzunda yıkanırlar. Altın Mabed ‘te ayrıca sembol olarak bir kılıç bulunur. Ayin ve ibadetleri basit bir dua, İslam ‘daki abdeste benzer bir yıkanma ile “hac” için Altın Mabed ‘e girmekten ibarettir.

Dindar bir Sihin, günlük ibadeti şu üç dini hükümde toplanır:
-Adi Granth ‘tan ve Guru Nanak ‘a ait pasajlardan ezber okumak,
-Ailevi bir vecibe olarak her sabah toplanıp Adi Garnth ‘tan her hangi bir yer okumak,
-Tapınağa ibadet için girmek.
Hint Yarımadası ‘nda eğitim-öğretim, askerlik ve ata binmeye en çok önem veren Sihlerdir. Hindistan ‘ın koruma ve güvenlik görevlilerinin çoğunu Sihlerin teşkil etmesi bundandır.

Kutsal Yazıları
Sıkh Dini ‘nin kutsal kitabı Adi-Granth ‘tır. Daha önceleri dağınık ve düzensiz olarak halde bulunan bu metinler Guru Arcan (1581-1606) zamanında bir araya getirilmiştir. Sihlerin tabi oldukları dini ve ahlaki büyük ölçüde bu kitaptan alınmıştır. Ayrıca bu kutsal kitapta Nanak ‘ın hayatı, konuşmaları, O ‘ndan sonra üç “guru”nun derlediği ilahiler mevcuttur.

Mezhepleri
Sıhk Dini başlıca beş mezhebe ayrılmıştır:
1- Orsi
2- Hendali
3- Artenas
4- Namdari
5- Akali
Bunlardan son ikisi önem arz eder.

Günümüzde Sihizm
19.yy ilk yarısından itibaren hüküm süren Hindistan ‘ın Pencap eyaletinde ki Sihlerin Devleti 1875 bağımsızlık savaşından önce sona ermiştir. 1947 de Hindistan ‘la Pakistan ‘ın ayrılmasından önce Pencap ‘ta Sihler önemli siyasi mevkileri işgal ederlerken ayrılmadan sonra sihlerin büyük bölümü Hindistan ‘ın farklı bölgelerine gönderilerek dağıtılmışlar ve Doğu Pencap ‘ daki Sih Devletinin askeri kuvvet ve siyasi gücü dağıtılmıştır. Hindistan ‘da sürmekte olan Sihlerin Hindulaştırılması kampanyalarında 1941-1951 yılları arasında yaklaşık 200.000 Sih, Hindu olmuştur. Özellikle Hindu ve Müslümalar arasına sıksık patlak veren din çatışmalarında bir çok insan hayatını kaybetmiştir. Hatta bu çatışmalar 1984 yılında Hindistan Başbakanı İ.Gandi’nin bir Sih’li taraından öldürülmesi sonucunu doğuracak kadar şiddetlenmiştir. Gittikçe küçülme eğilimine giren Sih toplumunun bugün ne bağımsız bir devletleri nede kendilerine ait bir vilayetleri vardır.17 milyon civarında taraftarı olan Hindistan ve Pakistan da yayılan Sihizm’in taraftarlarına azda olsa diğer ülkelerde de rastlanmaktadır.

DÜNYA DİNLERİ (JANİZM)

Posted in Kafkasyıldızı,Karaçay,Bilgi Denizi.Tarih,Türk with tags , , , , on 18/04/2013 by kafkasyildizi

Janizm (Caynacılık)

Hindistan’da yaklaşık M.Ö.4 yüzyılda ortaya çıkan dini akımlardan biridir. Hindistan’da ki dört büyük dinden biridir. Kurucusu Mahavira (M.Ö.599 – 527 ) Benares’ te doğmuş, otuz yaşına gelince evini, karısını, ve çocuğunu terk ederek rahiplik elbisesini giymiş ve kendini dünyadan soyutlamıştır. Caynizm daha çok asiller ve halk arasında yayılmıştır. Mahavira 72 yaşında Bihar’ da ölünceye kadar doktrinini vaaz yöntemiyle yaymış ve Mahavira’ nın Nirvana’ ya kavuşması Caynist takvimin başlangıcı sayılmıştır. ( [Linkleri görmek için üye olmalısınız. ÜYELİK >>> )

Caynacılık Hindistan’ ın Kasi ve Kosola’ ya kadar yayılım gösterdikten sonra M.Ö.2 yüzyılda batı ve güneye yayılmaya başlamıştır. Caynacılığın ortaya çıkışından başlayan görülen bölünmeler MS.80’de iki ayrı grubun doğmasıyla sonuçlandı. Bunlar Şvetambaralar (Beyaz Giyinenler) ve Digambaralar (Göğü Giyinenler-Çıplaklar-) Digambaralar kadının kurtuluşunun imkansızlığına inanıyorlardı.MS.9 yüzyılda Rastrakütalar en parlak dönemlerini yaşadılar. Batıda Şvetambara Caynacılığı yaygınlaştı. Özellikle 10-11. Yüzyıllarda büyük Cayna tapınakları Gucerat ve Racastan’ da yapılmaya başlandı. 12 yüzyılda Cayna Dini’ni kabul eden Hükümdar Kumarapala Gucerat’ı örnek bir Cayna devleti yaptı.

2.5.1. İnançları ve Ahlak Anlayışı

Mahavira ile Buda aynı çağda aynı memlekette yaşamışlar, benzeri inanç ve öğretileri yaymışlardır.Mahavira tanrı fikri üzerinde durmamakla beraber bazı Caynistler Tanrı’nın varlığına inanırlar. Tapınaklarında tanrı heykelleri vardır.

Caynacılığın amacı insanı varoluştan gelen acılardan ve karma’ya bağlı yeniden doğuştan kurtarmaktır. Caynacılıkta iki kategori ayırt eder ;

-Canlı Öz (Civa)
-Canlı olmayan Öz (Aciva)

Bunların arasında temel fark bilinçtir.Temel ilkeyse Ahimsa’dır. Yani bütün canlılara karşı şiddetten kaçınmaktır. Mantıksal planda Anekantava da ( gerçeğin görünümlerinin çeşitliği) benimsenmiştir. Buna göre bütün mutlak olumlular olanak dışıdır.

Cayna ahlakı üç temel ilkeye dayanır. Bunlar ;

Caynaların başlıca ahlaki prensipleri öldürmemek, yalan söylememek,hiçbir şekilde
çalmamak,olabildiğince cinsel ilişkiden uzak kalmak şeklinde özetlenebilir. Dürüst ve sade bir hayat sürmeği prensip edinen, Janistler içki içmezler.

Janistler,ancak kendi dinlerine uyanların ölümsüzlüğüne inanırlar. Onlara göre evren
ebedidir,yaratılmamıştır. Cennet ve cehennem vardır. Ayinleri rahip ve rahibeler idare eder. Gösterişli mabetleri vardır. ibadet esnasında Tirtankaralar’la ilgili ilahiler söyler bazen Hindu tanrılarına tövbe ve ibadet ederler. Bihar ve Maysor (Şreveno-Belgda Bahubali’nin 10. Yüzyıldan kalma 20 metre büyüklüğündeki heykelinin bulunduğu yer)’a gidip Hacı olurlar.

2.5.2. Kutsal Kitapları

5.yüzyılda büyük bir meclis; Şvetambaraları Valabhi’ de toplayarak bir araya getirdi. Burada kutsal metinler bir daha değiştirilmemek üzere bir araya getirilerek yazılmak suretiyle Janizm’in kutsal kitabı “Agamalar “ meydana gelmiştir.

2.5.3. Günümüzde Janizm (Caynacılık)

Caynalar “ahimsa” ilkesine dayanarak zanaatla ilgilenmediklerinden çoğu tüccar ve zengindir. Bütün insanların çeşitliliğine inanan Caynalar Budistlerin tersine herkesle yemek yerler. Hindularınki kadar katı olmayan mesleklere bağlı bir kast sistemini benimsemişlerdir. Günümüz de sayısı yaklaşık 4.000.000 olan Janizm taraftarlarının, büyük çoğunluğu Hindistan’da yaşamasına karşılık Avrupadan Amerikaya hatta Avustralya’ya kadar Janist topluluklara ve ibadet yerlerine rastlamak mümkündür.

DÜNYA DİNLERİ (BUDİZM)

Posted in Kafkasyıldızı,Karaçay,Bilgi Denizi.Tarih,Türk with tags , , , , on 18/04/2013 by kafkasyildizi

BUDiZM

Budizm ‘in kurucusu Buda (Guatama, Gotama) ( MÖ.563 – 483 ) Kuzey Hindistan ‘da Lumbini koruluğunda doğmuş bir filozoftur. Buda “aydınlanmış” anlamına gelir. Budizm ‘ in en güçlü yayılma dönemi Hint Hükümdarlarından Aşoka (MÖ. 273 – 236) zamanına rastlar. Aşoka zamanında Budizm ‘ Hindistan, Seylan,Suriye,Mısır,Makedonya ve Yunanistan ‘a kadar yayılmıştır. Aşoka ‘dan sonrada yeni Krallar Budizm ‘e girmiş yayılmasını sağlamış hatta Çin,Moğolistan ve Japonya ‘nın ileri gelen devlet adamlarının Budizm ‘e hizmet etmesini sağlamışlardır.

Budizm ‘ MS 1.yy Türkistan , 4. yy da Kore , 6.yy da Japonya ve 7.yy da ise Tibet ‘te yayılmaya başlamıştır. Günümüzde Güney,Doğu;Güneybatı ve Orta Asya ‘da çok sayıda taraftarı olan Budizm ‘ Avrupa ve Amerika ‘da da yayılmaya ve taraftar bulmaya başlamıştır
[Linkleri görmek için üye olmalısınız. ÜYELİK >>>

Budizm ‘de inanç ve ibadet

Budizm ‘de inancın temeli “ Buda ‘ya sığınırım, Dhamma ‘ya (dine,doktrine) sığınırım, Sangha ‘ya sığınırım (Rahipler Cemaati,dünyanın en eski bekar rahipler topluluğu)” cümlesi oluşturur.Bunlardan birini inkar eden kişi budist sayılmaz ve Budizm ‘e girmek için yukarıdaki cümleyi söylemek gerekir. Sangha ‘ya giren rahip ve rahibeler evlenemezler.

Budizm ‘ de mabetlere “Vihara” denir. Budistler Karma- Ruhgöçü ‘ne inanırlar. Vihara da ayda 2 kez bir araya gelen rahipler yaptıkları hataları itiraf ederek benliklerini öldürürler. Bazı dinlerde olduğu gibi Budizm ‘de de bir kurtarıcı bekleme inancı vardır. Kurtarıcının isma Metteya veya Maitreye ‘ dir. inançlarına göre Metteya tüm dünyayı düzeltmek olarak gelecek ve Buda ‘ nın tamamlayamadığı dini tamamlayacaktır.

ibadet Stupa denilen mabetlerde yapılır. Stupalar helezoni yapıda inşa edilmiştir. ibadet için Stupaya giren Budist önce Buda ‘nın heykeline saygı gösterisi yapar; O ‘na çiçek ve tütsü sunar, Budistler kendi evlerinde de bir köşede korudukları Buda heykeline tazimde bulunarak,ibadet ederler. ibadetlerinde klişeleşmiş dua ve söz yoktur.
[Linkleri görmek için üye olmalısınız. ÜYELİK >>>

Budizm ‘in kutsal ziyaret yerleri ;
Budanın doğum yeri( Lumbin)
Aydınlanma yeri (Bodhi Gaya)
Buda ‘ nın ilk vaaz verdiği geyik parkı (Sarnarth ‘da)
Buda ‘nın öldüğü Uttar_Prades şehri,
Ganj nehri

Kutsal Kitapları

Budistler Buda ‘nın vaazlarının Pali – Kanon adlı bir kitapta toplandığına ve 400 yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarıldığına inanırlar. Budizm ‘in kutsal kitabı üç sepet anlamına gelen “Tripitaka veya Tipitaka ‘dır”.Tripitaka da;

Vinaya Pitaka
Sutta Pitaka
Abhidhamma adlı bölümler bulunur.

Bu kitaplarda rahip ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri, beslenme,giyinme, Buda ‘nın hayatı,konuşmaları,vaazların yorumu,Budizm ‘ felsefesi vb ayrıntılı bir şekilde anlatılır.

Budizm ‘de Mezhepler

Budizm ‘ başlıca iki büyük mezhebe ayrılır: 1- Hianayana , 2- Mahayana

1 – Hinayana (Küçük Araba)

Kişinin kendisini kurtarmasını esas aldığı için böyle isimlendirilmiştir. Bu mezhep Seylan ve Güney Asya ‘da yayılmıştır. Mensupları saf Budizm ‘e yani Budanın asıl telkinlerine kendilerinin muhatap olduklarını iddia ederek Mahayana koluna bağlı olanları sapkınlıkla suçlarlar

2 – Mahayana ( Büyük Araba)
Toplumu bir bütün halinde ele alarak herkesin kurtuluşa ermesini amaç edinmişlerdir. Onlara göre Budizm ‘, herkese cevap vermeli, herkesin ihtiyaçlarını gidermeli, doktrinleri basitleştirerek halkın anlayacağı bir seviyeye getirilmelidir. Budizm ‘in bu kolu başka din ve doktrinlerden yararlanmakta sakınca görmez. Bu mezhebe göre Nirvanayı gerçekleştiren herkes Buda unvanını alır. Ve ihtiraslarının esiri olarak dünya zevklerinin arkasından koşmaz. Mahayana mensupları,”hata yapabilirim” diye faaliyetleri askıya almanın karşısındadır. “Bu yüzden pişmanlık duymaya lüzum yoktur” derler Mahayana ‘ya bağlı kişi kendini kurtuluşa hazırlayabilmek için şü hususlara dikkat etmek zorundadır:

Cömertlik
Olgun manada bilgelik
Budizm ‘in ahlak kurallarına bağlılık
Meditasyon
Karşılaştığı olumsuzluklara sabır göstermek
Hiç usanmadan sürekli bir gayret içinde olmak

Bu sayılan özellikleriyle Mayayana Budizm ‘i dünyanın bir çok bölgesinde yayılma imkanı bulmuş,adeta misyonerli bir hüviyet kazanmıştır

BUDA VE ÖĞRETiSi

Buda ‘nın öğretisinin baslıca özelliği; Buda ‘nın aydınlanma sonucu bulmuş olduğu gerçekleri birer dogma olarak sunacak yerde aydınlanma yöntemini öğretmeyi ve böylelikle yöntemi öğrenen kimselerin kendi çabalarıyla bu gerçekleri kendilerinin bulup yasantısal deneyimle doğrulamalarını öngörmesi, Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda ‘nın yasadığı dönemde Budizm ‘ bir din, Buda da bir peygamber değildi.

Şimdiye dek her geliş gidişsimde, içinde hapis olduğum, Duyularla duvaklan mis bu evin, Yapıcısını aradım durdum. Ey yapıcı! Simdi seni buldum. Bir daha bana ev yapmayacaksın, Bütün kirişlerin kirildi, payandaların çöktü. içimde Nirvana ‘nın suskunluğundan başka bir şey kalmadı Tutkuların, isteklerin biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi.

Öğretide 4 temel gerçek vardır: Yaşamda ıstırap vardır; ıstırabın bir nedeni vardır; bu neden yok edilirse ıstırapta yok edilmiş olur; bu nedeni yok etmeyi sağlayan bir yol, bir yöntem vardır.

1.Istırap (DUKKHA) ve Yaşamın 3 özelliği
Dört okyanusun suyu mu daha çoktur, yoksa sizlerin inleye sızlaya sürdürdüğünüz bu yolculukta sevdiğiniz istediğiniz şeyleri elde edememek, sevmediğiniz istemediğiniz şeylerden kaçınamamak, istediğiniz şeylerin istediğiniz gibi olmaması, istemediğiniz şeylerin istemediğiniz biçimde olması yüzünden akıttığınız göz yaşları mi daha çoktur? Ananızı, babanızı yitirmek, kardeşlerinizi, kızınızı yitirmek, malinizi, mülkünüzü yitirmek… Bu uzun yolculukta tüm bunlara katlandınız ve dört okyanusun suyundan daha çok göz yaşı akıttınız.

Buda ıstırap için dukkha sözcüğünü kullanıyordu. Anlamı; ıstırap, üzüntü, tasa, keder, maddesel veya ruhsal sağlıksızlık, uyumsuzluk, tedirginlik, doyumsuzluk, yetersizlik, sürtüşme, çelişki yani olumsuz ruh durumları… Buda ‘nın gözlerimizi açmaya çalıştığı gerçek daha çok ıstıraptan korunmak, kurtulmak için izlediğimiz tutumdaki yanlışlarımız, yanılgılarımız. Herkes yaşamda Istırabın olduğunu biliyor, ama yaşamda Tatlı anlar, hoş ve zevkli olan şeyler olduğunu, haz ve zevkin ıstırabı dengeleyebileceğini düşünüp bu anların beklentisi içinde ıstıraba katlanabiliyor. Buda ‘ya göre yanılgı işte burada. Buda kaynağı dışımızda olan şeylerden elde ettiğimiz haz ve zevkin ıstırabın asil nedeni olduğunu göstermeye çalışıyordu. Yanılgının dünyanın bu geçiciliğine gözlerimizi kapamak, geçici olan, kalıcı olmayan şeylere tutunmaya çalışmaktan geldiğini, dünyayı gerçek böylesiliği, yapısıyla görememekten kaynaklandığını söylüyordu. “Sevdiğimiz hiç bir şey yok ki, bir gün gelip ya onlar bizden, ya biz onlardan ayrılmayalım.”
Buda yaşamı gerçek boyutları içinde kavrayabilmemiz için yaşamın birbiriyle ilgili 3 özelliğinin üzerinde ısrarla duruyordu: Dukkha – Istırap Bir arada bütünleşmiş, bileşmiş, oluşmuş hiç bir şey değişimden, çözülüp dağılmaktan kurtulamaz. Yanılgı değişim içinde olan, geçici olan şeylere sanki hiç değişmeyeceklermiş, sanki kalıcı şeylermiş gibi tutunmaya, sarılmaya çabalamaktan geçiyor. Oysa elde etmek istediğimiz şeyi elde edene kadar o şey değişiyor, koşullar değişiyor, bu arada biz kendimiz de değişiyoruz.

Buda ‘nın amacı dünyayı ne olduğundan daha kötü ne de daha iyi göstermekti. Onu olduğu gibi iyi ve kötü yanlarıyla, kendimizi hiç bir yanılgıya, yanılsamaya kaptırmadan bütünlüğü içinde gerçek böylesiliğiyle görmemizi sağlamaya çalışıyordu. Istırabın dünyayı olduğu gibi içimize sindirememekten, dünyadan verebileceklerini değil de daha çoğunu beklememizden, istememizden kaynaklandığını anlatma çabası içindeydi. Kötü olan yaşam değil, ona arsızca yapışmaya çabalamaktan, ondan verebileceğinden çoğunu istemekten gelen ıstıraptır. akıp giden yasamla birlikte karşı koymadan, direnmeden akıp gitmesini öğrenmek, dönüsü olmayan bir akis içinde olduğumuzun, yaşamın tek bir aninin bile ikinci kez yaşanmasının olanaksızlığını içten içe kavramak, her saniyenin tadını bilecek biçimde yaşamın sevinçle, kıvançla, coşkuyla kucaklanmasına yol açabilir.

Mutluluğun ertelenmesinin de, para biriktirir gibi haz ve zevk biriktirmenin de olanaksızlığı iyice anlaşılabilir. Acaba yaşamda kendimize sığınak yapabileceğimiz Istırabın güçsüz kaldığı, etkisinin azaldığı bir yer, bir zaman var mi? Budizm ‘ olduğunu savunuyor. Bu an ve burası… Hiç bir şeyin öteki şeylerden ayrı bir kendiliği, ayrı kalıcı bir benliği olamaz. Istırabın asil nedenini aradığımız, kökenine indiğimiz zaman hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde karşımıza çıkan sorumlunun, bir yandan istek ve tutkularımızı besleyip kışkırtan den Başka birisi olmadığını görüyoruz. “Benim güvenim” ”Benim görevim” ”Benim sorumluluğum” ”Benim başarım” ”Benim param” ”Benim isteklerim” ”Benim heveslerim” ”Benim öldükten sonra ne olacağım” ”Benim öldükten sonra da var olma doyumsuzluğumdan gelen sorunlarım” Nedir bu ben?

Buda insan varlığında geçici olmayan değişmeden kalan, dayanıklı bir öz, tözel bir nitelik olmadığını göstermeye çalışıyordu. Bir gövde doğar, büyür, yaşlanır, ölür, çözülür, sürekli değişim içindedir. Bir kimse kolunu, bacağını yitirse de ne azalır, ne de küçülür. Öyleyse insanin gövdesinde olamaz. duygularımızda da olamaz. Çünkü onlar değişse de gene olduğu gibi kalır. duyu organlarımızdan gelen algılarımız da olamaz. önceki düşüncelerimiz, kararlarımız, eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz de olamaz. ayırt edici bilincimizde de olamaz. Bu beş kümede toplanan bedensel ve ruhsal varlığımız gövdemiz, duygularımız, duyu organlarımızdan gelen algılarımız, önceki düşüncelerimiz, kararlarımız ve eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz, karakter özelliklerimiz, ayırt edici bilincimizin bir araya gelmiş olmasından da oluşmuş olamaz. Çünkü bunlardan hiçbirisi i içermiyorsa o zaman besinin bir araya gelmesi de beni oluşturmaz. O zaman geriye değişmeden kalan tek bir şey kalıyor. Ad… Ben ‘e verilen özel ad.

Milanda Panha adli kitaptan: Kral Bilge Nagasena ‘ya seslenmiş: “Ustam kimsin, adini söyler misin?” “Bana Nagasena diyorlar. Ama bu yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka şeye yaramayan, bir deyim, bir sözcük, içinde bir kimlik, bir benlik yok. Bir ad, bir lakap, bir işaret, yalın bir sözden Başka bir şey değil. Kral inanmaz ve sorular sorar. “Nagasena bu saçlar midir?” “Hayır büyük kral” … “Duygu ve coşkular midir Nagasena?” “Hayır büyük kral” Nagasena kraldan arabayı tanımlamasını ister. “Tekerlek, dingil, ok, sandık ve kollar bir arada olunca arabadan söz edilir. Araba yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka bir ise yaramayan bir deyimden Başka bir şey değil.” “Evet kralım. Benim de saçlarım, derim, … ad ve bedenim, duygularım, algılarım, geçmiş eylemlerimle biçim almış karakter özelliklerim, ayırt edici bilincim bir araya gelince Nagasena adi veriliyor. Ama kimlik, benlik söz konusu olunca burada öyle bir şey yok. Nasıl arabanın beş bölümü bir araya gelince araba diyorlarsa, beş katışmaç bir araya gelince de bir kimden bir den bir özneden söz ediliyor. Buda diyor ki: Ne ben ‘in, ne de ben ‘e ilişkin kalıcı bir şeyin varlığından söz edilebilir. Ben, ben olarak gelecekte de var olacağım, benim sürekli değişmez bir benliğim var, savında bulunmak hatalıdır. Ben düşüncesini yok etmeli, benlikle kurumlanmak yanılgısını yenmelidir. Buda ‘nın görüsüne göre “ben”, insanin hem bedensel hem de ruhsal varlığını oluşturan bu beş kümenin bir arada ve birlikte, sürekli bir akis, sürekli bir değişim içinde olusunun ortaya çıkardığı bir görüngü, bir olgu, insani çevresinden ayrı bir varlık olarak ayırt etme, özerk bir biçimde hareket etme durumundan köklenen bir yanılgı, bir yanılsamadan Başka bir şey değil. ayırt edici bilinç ise karışıp dünyayı ben ve ben olmayan diye ikiye bölünce bu ben yanılgısı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Aslında bilincin ayırt etmeden, seçmeden, bölmeden bütünü kavrama olanağı da var.

Ben ‘in var olma doyumsuzluğundan kaynaklanan ve ölümün sinirini aştığına inanılan uzantısına verilen ad ‘sa ruhtur. Budizm ‘de Öz varlık yoktur. Buda ben-ruh yanılgısını sergilemek istiyor. Bir kez ben-ruh yanılgısı oluştu mu bütün varlığımızı sarıyor, bilincimizin özgürce çalışma etkinliği engelleniyor, onun bitmez tükenmez istekleri nasıl yaşamı çekilmez bir hale koyuyor, sorunlarımız yaşamla bile sınırlı kalmıyor, ölümden sonrası ile ilgili sorunlar da gündeme girdiğinden onlar da kaygı ve üzüntü konusu olmaya başlıyor. Buda ben ‘i kurtarmaya değil, bizi ben ‘den kurtarmaya çalışıyordu. Ölümsüzlüğe erişmek için tek bir yol olduğunu savunuyordu. Öncesizden sonsuza uzanıp giden varoluş zincirinin içindeki yerimizi bulmak, evrensel yaşam ırmağının içimizden aktığının, yaşam gücünün bizim burun deliklerimizde, bizim ciğerlerimizde nefes alıp verdiğinin bilincine erişmek….

2. Nedensellik Çemberi- bağımlılık ve Özgürlük- Ka
Buda ‘ya göre varolan her şey nedenselliğin bir sonucu olarak vardır, boşluktan yokluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne takılan yokluk varlığa dönülür, her neden bir sonucu, her etki bir tepkiyi zorlar. Evrenin değişmez yasası nedensellik (Karma) yasasıdır. Ne başlangıcı ne de sonu olan evrende egemen olan yalnız doğa yasalarıdır. Buda böylelikle tanrıların görevini yasalara yüklemiş, tanrıları gereksizleştirmişti. Değil mi ki insanin geleceğini belirleyen nedenlerin zorladığını sonuçlardır, öyleyse insanin kendi eylemlerinin sonuçlarından kaçıp kurtulması olanaksızdır. Bir çocuğun anasından beklediği gibi tanrıların bize sevecenlik göstermelerini, bizi bağışlamalarını bekleyemeyiz. Eylemlerimizin sonuçlarından kurtulmanın bir yolu varsa, onu ancak kendi çabamızla kendimiz bulmalıyız.

On iki halkalı kapalı bir zincir olarak temsil edilen nedensellik yasası:

1. Yanılgı yanlış düşüncelere yol açıyor.
2. Bu düşünceler eğilimlere, karakter özelliklerinin biçimlenmesine ortam hazırlıyor.
3. Buradan da bilinç oluşuyor.
4. Bilincin bentle ben olmayanı ayırt etmesinden özne nesne ikiliği, ad ve beden ortaya çıkıyor.
5. Bundan altı duyu alanı gelişiyor.
6. Bu altı duyudan dolayı duyularla nesneler karşılaşıyor.
7. Bu karşılaşmadan hoşlanma, hoşlanmama gibi duygular oluşuyor.
8. Bu duygular isteklere, tutkulara dönüşüyor.
9. istekler, tutkular bağımlılığa, insanin isteklerinin, tutkularının tutsağı olmasına, bireysel yaşam isteğine yol açıyor.
10. Bundan da oluşuma bağımlılık ortaya çıkıyor.
11. Oluşum doğuşa
12. Doğuşsa ihtiyarlık ve ölüme, ıstıraba, tedirginlik ve umutsuzluğa yol açıyor. Buradan da gene yanılgı çıkıyor ortaya. Buda ‘nın yanılgıyı dizinin en başına koymasının nedeni olasılıkla bu döngüden tek çıkış yolunun bu halka olmasıyla açıklanabilir.

istekleri, tutkuları kışkırtan yanılgıdır ana yanılgıyı besleyen de gene istekler ve tutkulardır. Kökünü yanılgıdan alan düşünceler, karar ve eylemlere dönüşüyor. Düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız Eylemlerimizi belirlerken, eylemlerimiz de kararlarımızı etkileyip zorluyor. Her düşünce sonrakileri sınırlıyor. Biz kez tam bir özgürlük içinde bir şey düşünmüş olabileceğimizi varsaysak bile, ondan sonraki düşüncelerimizde ayni oranda özgür olamayacağımız açık. Giderek özgürlük alanı kısıtlanıp daralıyor… Şu anda ne olduğumuzu belirleyen dünkü düşüncelerimizdir.

Bu gün kafamızdan geçen düşüncelerse yarinki yaşamımızı biçimliyor. Yaşamımız
kesinlikle zihnimizin yaratısıdır. Budist metinler dört tür bağımlılıktan söz ediyorlar.

1. isteklerden, tutkulardan gelen bağımlılık
2. Yanlış görüşler, kanılardan kaynaklanan bağımlılık
3. Erdemli bir yaşamla ve kurallara tıpatıp uygun davranmakla kurtuluşa erişilebileceğini sanmaktan gelen bağımlılık
4. Sürekli ve değişmez bir ben ‘in varlığına inanmaktan gelen bağımlılık isteklerimizin tümüne
yakın bir bölümü toplumun yapay olarak yarattığı gereksiz şeyler.

Örneğin toplum bizi zeki bir adam gibi görünmeye isteklendiriyor. Çevremizde beğenilen bir kimse olmak bize nelere mal oluyor ? Bunun karşılaştırmalı bir hesabini yapabilmiş olsak, harcadığımız bunca çaba, üzüntü, sıkıntıya değmeyeceğini anlayacaktık. Başka insanların önüne geçememek, Başka insanlara üstün olamamaktan gelen ezikliklerin ardında hep ben yanılgısı yatıyor ama bu ben yanılgısını besleyen de toplumun özendirici etkisi. Bir kere gözümüzü açıp ta bu koşturmacanın amaçsızlığını, anlamsızlığını görebilsek, bu koşullanmalar, biçimlenmeler etkisini yitirecek, ve bağımlılık da ortadan kalkacak. O zaman ıstırap yerini özgürlüğümüzü yeni bastan kazanmış olmaktan gelen aşkın bir mutluluk duygusuna bırakacak, nedensellik döngüsünden kendimizi kurtarmış, daha doğrusu döngüyü ters yöne çevirmeyi başarmış olacağız insan kendini yanılgıdan nasıl kurtarır? Bu sekiz basamaklı yolla mümkündür. Yanılgıdan kurtaran bilgiye çıkarımcı düşünceyle varılamaz. Çünkü bu tür düşüncede özgürlük yoktur. Budizm ‘ görüsüne göre, bizi yanılgıdan kurtaracak bilgiye ancak sezgiyle erişilebilir. insan yanıldığını, yanilmadigini; aldatılmadığını, aldatılmadığını; sevildiğini, sevilmediğini ancak sezgiyle anlayabilir. Uyanan kimse karmanın elinde eli kolu bağlı bir oyuncak olmaktan kendini kurtarmış olur. Koşullanmaya, biçimlenmeye bütünüyle karşı koyabilecek bir insan yok bu dünyada. Yanında yada karşısında tutum almakla her zihnini sınırlamış oluyor. Bizi düşündüğümüz gibi düşünmeye, davrandığımız gibi davranmaya iten ön koşullar, düşünsel yada duygusal zorunluluklar var. Uyanınca bu zorunluluğu fark etmiş oluyoruz ve zorunluluk olmaktan çıkıyor. Bu yüzden de karma değiştirilemez bir alın yazısı sayılmaz, uyanan kimse karmanın bağlarını da koparmış olur. Eylemlerimiz er geç bize geri döner.

Her eylemin iyi yada kötü sonuçları eninde sonunda eylemi yapana ulaşır. Buda, kalıcı olan bir yaşamdan öbürüne aktarabileceğimiz, şu gövdemiz içinde saklanan bir şey olamayacağını anlatmaya çalışmıştı Öyleyse gene doğumla söz edilmek istenen neydi? Buda ‘ya göre bir yaşamdan ötekine aktarılan ben yada ruh değil, yalnızca eylemlerimizin zorladığını nedensel sonuçlardır. Bu senin gövden de değil, Başka birisinin gövdesi de değil. Ona geçmiş eylemlerin (karma) ürünü gözüyle bakmak daha doğru olur. Önceki bir yaşamda yaptıklarımın ödülü ya da cezası da değil. Ben nedensellik zincirinin bir zorunluluğu olarak varım. Eylemlerin bir sürekliliği var ama ben ‘in de bilincin de sürekliliği yok. Buda ‘nın dilinde doğum ölüm döngüsü, yaşamların önceki yaşamların etkisiyle biçimlendiğini anlatmaktan öte bir anlam taşımıyordu.

3-Nirvana, Batı ‘da genelde anlaşıldığı gibi ölümden sonra değil, burada ve şu anda gerçekleştirilebilecek bir ruhsal durumdur. istek ve tutkuların yok olması, Istırabın etkili olmayacağı bir iç barışa, iç suskunluğa, aşkın bir Mutluluğa erişmektir. Nirvana ‘ya erişme isteği de dahil olmak üzere tüm istek ve tutkular bırakılmadan, olanla, gelenle yetinmekten gelen iyimser bir yetingenlik kazanılmadan Nirvana gerçekleştirilemez. Nirvana ‘yı gerçekleştiren kimse bir yandan da günlük yaşamını normal haliyle sürdürüyor. Eylemlerinin bir takım nedensel zorunluluklar (karma) yaratmaması da olanaksız elbette. Nirvana ‘ya erişen kimselerin tek farkı, bu zorunlulukların dışında kalmayı başarabilmesi. Eylemlerinde beğenilmek, beğenilmemek gibi bir güdü etkin olmuyor, yaptığı islerden alkış beklemiyor, basarı ya da kazanç onu fazla sevindirmediği gibi başarısızlık ya da yitim de fazla üzmüyor. Kuskusuz acı da çekiyor ama bunlara bilgece katlanmasını, olayların doğal akımına boyun eğmesini de biliyor. Ben ‘i aşınca bütünle bütünleşiyor.. Yarinin getireceklerine kaygısız, ben ‘in doyumsuzluğundan gelen bütün sorunlara sırtını çevirmiş, şu yaşam nasıl yaşanmalıysa öyle yaşamaya başlıyor. Özgürlük, coşku, aşkın mutluluk içinde, akıp gitmekte olan yaşam ırmağı içindeki yerinin bilincine erişiyor.

Buda ‘nın öğretisi, bir yandan ben ‘i yokumsarken öbür yandan da bireyciliği en ileri götürmüş olan öğretidir. insanin toplumun kendisine giydirdiği kişiliksiz kişilikten soyunup gerçek varlığıyla baş başa kalınca gerçeği olduğu gibi özümleyecek bir yeteneğe sahip olabileceğine inanıyordu. Buda ölümden sonra ne olduğuyla ilgili sorulara yanıt vermek istemiyordu. Böyle bir soruyla karşılaşınca ya susuyor, ya da söyle diyordu: Göğsünüze zehirli bir ok saplanmış olsa, oku çıkartmaya çalışacak yerde, oku atanın kim olduğunu, hangi kasttan, hangi soydan geldiğini, boyunu boşunu, oku atmaktaki amalini falan mi araştırmaya kalkardınız? Ben bir şeyi açıklamıyorsam bırakın açıklanmamış olarak kalsın. Peki neden açıklamıyorum? Çünkü o şeyin açıklanması size hiç bir yarar sağlamayacaktır da ondan. Çünkü bu sorulara yanıt aramak ne aydınlanmanıza, ne bağımlılıktan kurtulup özgürlüğünüzü kazanmanıza, iç suskunluğuna, gerçeğe ermenize, Nirvana ‘ya erişmenize katkıda bulunabilir. Buda öğretisinde hiç bir dogma, iç yaşantıyla doğrulanamayacak hiç bir inanç getirmemeye özen göstermiştir. Varoluş, devingen gücünü nedensellikten alan sürekli bir oluşum, değişim sürecinden Başka bir şey değildir; varoluşun ardında Durağan bir öz, tözel bir nitelik yoktur. Budizm ‘de tözsüz, öz varlıksız bir nedensellik vardır.

4.Sekiz basamaklı yüce yol
-Tam görüş

-Tam anlayış Bu basamaklar kendimizi de, dünyayı da olduğu gibi, gerçek böylesiliğiyle görmeyi, adların biçimlerin gizlediği temel gerçeğin, her şeyin ıstırap, her şeyin oluşum, değişim içinde olduğu, kalıcı bir ben ‘in, değişmeyen bir tözün olmadığını anlayışına ulaşmayı amaçlıyor.

-Doğru sözlülük

-Tam davranış Bu basamak, özgür istencinizin ürünü olan, içten geldiği için, hiç bir amaç gütmeden yapılan davranıştır.

-Doğru yaşam biçimi Yaşamını sağlamakta doğruluktan ayrılmamak, kendine yetecek olandan çoğunu elde etmeye çalışmamaktır.

-Tam çaba, tam uygulama Her şeyin tam bir özenle, eksiksiz yapılmasıdır. Bir Budist ‘in oturması, kalkması bile büyük bir dikkatle yapılmalıdır. Zihnini bencil düşüncelerden arıtmak sürekli bir uğraş olmalıdır. Zihnin arıtılması, bencil düşüncelerden ayıklanması dört yüce duygunun yüzeye çıkmasına olacak sağlar: Sevecenlik, acıma, sevgi, yan tutmama.

-Tam bilinçlilik

-Tam uyanıklık

Bu basamaklar meditasyonla ilgilidir. Meditasyon Batı ‘da anlaşıldığı gibi derin derin düşünme değil, düşüncenin aşılmasını, çıkarımcı düşünceden arıtılmış bir zihinle, salt bilinçli olmayı amaçlayan bir yöntem. Tam bilinçlilik, tüm duyumların, duyguların, düşüncelerin ruhsal durumların ardında olacak biçimde bir alicilik, bir uyanıklık durumunu sürdürmektir. Algının kapıları öylesine temizlensin ki, her algı hiç bir engelle karşılaşmadan bilince ulaşabilsin. Sözcükler de bilinçle yaşantı arasına giren bir engel oluyor çoğu kez. Sözcüklerden oluşan düşünceler durmadan bizi, iyi kötü, hoşa giden hoşa gitmeyen gibi ayrımlar yapmaya, yargılara varmaya kışkırtıyor. Artık dünyayı olduğu gibi değil, kurgularla, soyutla, soyutlamalarla yani sözcüklerle dünyayı kavrıyoruz. Gerçeğin sözcüklerle kavramlarla değil, ancak yaşantıyla kavranabileceğini savunan Budizm ‘ sözcüklere, kavramlara tutsak olmak yerine onları tam olarak denetim altına almak istiyor.

Budist meditasyonun özü nefes alıp verdiğinin ayırdında olmakla başlayan yaygın dikkattir. insan nefes alıp verdiğine duyarlı olunca yaşadığının da farkında oluyor, geleceğe ya da geçmişse değil, kendini şu ana ayarlıyor, şimdide yaşamaya başlıyor, duyulara daha duyumlu, duygulara daha duyarlı oluyor; kendinden kopuk, kendinden habersiz yaşamaktan kurtarıyor kendini, yaşamla da kendiyle de bütünleşiyor. Bu uygulamada yol almış kimse gövdesinde kendi istencine bağlı olmadan bir nefes alıp verme işleminin sürüp gittiğine duyarlı olmaya başlıyor. Bu yaşamsal bir yaşantı olarak kendini açığa vuruyor, ve bu izlenim insanda iç barış, esenlik ve Mutluluğun oluşmasına yol açıyor. Artık zihindeki karmasa yatışmıstır.

Buda ‘nın meditasyon yöntemi öyle dalıp gitmeyi kendinden geçmeyi değil, tersine sürekli uyanıklılığı, sürekli bilinçli kalmayı gerektiriyor. Tam bilinçlilik gerçekleşince tam uyanıklık kendiliğinden gelir. Burada tüm ikilikler yok olur; düşünenin düşünceden, bilenin bilinişten, öznenin nesneden kopukluğu diye bir şey kalmıyor; zihinle yaşantı arasındaki bölüntü kalkıyor. Bütün bu ayrımların yaşantıyla ayırt edilecek somut bir gerçekliği olmadığını, bunların akıl yoluyla varılmış çıkarımlar olduğunu fark ediyorsunuz. Size “bu benim, bu da benim düşüncem” yada “gören benim, bu da gördüğüm şey” diye ayrım yapmanıza olanak veren şeyin bir gözlemden daha çok, sözcüklerin ve mantığın aracılığıyla elde edilmiş bir kuramdan Başka bir şey olmadığını anlıyorsunuz

DÜNYA DİNLERİ I

Posted in Kafkasyıldızı,Karaçay,Bilgi Denizi.Tarih,Türk with tags , , , , on 18/04/2013 by kafkasyildizi

1. Uzakdoğu Dinleri
* » Budizm
* » Janizm – Caynacılık
* » Sihizm – Sıkh Dini
* » Hinduizm
* » Şintoizm
* » Konfüçyüsçülük
* » Taoizm – Taoculuk
2. Ortadoğu Dinleri
* » Nusayriler
* » İslamiyet (Sünnilik)
* » Dürziler ve Dürzilik
* » Zerdüşt Dini (Mazdaizm)
* » Sabiilik
* » Yezidilik
* » Hıristiyanlık
* » Musevilik
* » Samirilik
3. Yeni Ortaya Çıkan Dinler
* » Bahailik
* » Moonculuk (Moonlar)
* » Tenrikyo Dini
* » Tanrının Yolu Topluluğu
* » Kadiyanilik (Ahmedilik)
* » Uzay Dini (Raelian)
* » Rastafarianizm
* » Yehovanın Şahitleri
* » Mormonlar
4. Hıristiyan Kökenli Din ve Akımlar
* » Unitaryenler
* » Adventistler
* » Pentakostalistler
* » Kuveykırlar (Quakers)
* » Süryaniler ve Süryanilik
* » Presbiteryenler
* » Maroniler
* » Cizvitler
* » Kimbangucular
* » Metodistler
* » Gnostisizm
5. Kabile ve Doğa Dinleri
* » Vuduculuk – Vodoo
* » Nambalar Dini
* » Şamanizm
* » Ga’lar ve Ga Dini
* » Ainu Dini (Aynu Dini)
* » Azteklerin Dini
* » Dinka Dini
* » Maori Dini
6. Tanrıyı veya Dini Reddeden Akımlar
* » Ateizm
* » Agnostisizm
* » Panteizm
* » Pan-enteizm
7. Satanizm
* » Satanizm
8. Taraftarı Kalmayan Din ve Akımlar
* » Druidler
* » Mani Dini (Maniheizm)
* » Paflikyanlar
* » Ebiyonitler
* » Bogomiller
* » Tapınak Şövalyeleri
* » Hurufiler
9. Eski Medeniyet Dinleri
* » Eski Mısır Dini
* » Hitit’lerin (Eti) Dini
* » Urartular’ın Dini
* » Eski Yunan Dini
* » Etrüks Medeniyeti ve Dini
* » Phryg (Frig) Dini
* » Girit (Minos) Dini
* » Sümerlerin Dini
* » Fenikeliler Dini
* » Eski Roma Dini
* » Mu (Nacaallar) Dini
10. Tarikatlar / Kültler / Mezhepler
* » Alevilik
* » Scientologistler
* » Melamiyyeler
* » Müsebbihelik
* » Şeyhilik
* » Vehhabiler
* » Köle Kadınlar Tarikatı
* » Kaderiyye Mezhebi
* » Nacilik
* » Ahilik
* » İsmailik Mezhebi
* » Hariciler
* » İmamilik
* » Bayramilik
* » Kızılbaşlık
* » Mevlevilik
* » Rafizilik
* » İbazilik
* » Sadilik
* » Batinilik / Sabbah Kültü
* » Sühreverdilik
* » Mutezille Mezhebi
* » Zeydiyye Mezhebi
* » Caferi Mezhebi
* » Cennet Yolcuları
* » Masonluk
* » Düsukilik
* » Yılan Eğiticileri
* » Gaudiya Vaişnavizm
* » Anglikanizm
* » Tanrının On Emri
* » Sahaja Yogacılar
* » Evrensel Yol (The Way)
* » Mans Kutsal Kuralcıları
* » Tanrının Çocukları
* » Cennetin Kapısı
* » Oshocular
* » Celvetilik
* » Hıristiyan Bilim Kilisesi
* » İnsan Tapınağı
* » Edebi Değerler
* » Birleşik Kilise
* » Branch Davidians
* » Diyet Tarikatı
* » Chino’nun Gerçek Adaleti

İMTİHAN DÜNYASI III

Posted in Kafkasyıldızı,Karaçay,Bilgi Denizi.Tarih,Türk with tags , , , , on 16/04/2013 by kafkasyildizi

-Cehenneme girecek bazı gruplar-

KAFİRLER

“…Kim Allah’ın indirdiği ile hüküm vermezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide Sûresi 44)

Allah’ın indirdiği kanunlar yerine başka kanunlarla hüküm veren yönetici, hakim vb… kişiler kâfirlerdir. Ey insanlar şunu unutmayın ki Allah bu kitabı evlerinizde süs eşyası yapasınız ve ölülere okuyasınız diye indirmemiştir. Onun kanunlarını tanımamak kişiyi kafir yapar.

“İnkâr edenlere gelince, onlar yüz üstü yıkılsınlar! Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır. Bu onların Allah’ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Allah da bunun için onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed Sûresi 8-9)

Allah’ın ayetlerini beğenmemekte kişiyi kâfir yapar. Örneğin bir kişi Allah’ın varlığını, ahiretin varlığını ve daha bir çok şeyi kabul etmesine rağmen Allah’ın bir yasasını eleştirse kafir olur. Mesela Allah’ın yasakladığı faizi helal görse bu devirde böyle yasak mı olur gibi şeyler söylese o kişi kafir olur. Allah’ın şeriati Onun kanunları demektir. Allah’ın şeriatine, hilafete İslami değerlere karşı olmak, onlara çağdışı demek, Allah’ın herhangi bir emrini eleştirmek, küçümsemek kişiyi kafir yapar. Sadece Allah’ın var olduğuna inanmak, Ahmet, Mustafa, Ayşe ve bunlar gibi Müslüman isimlere sahip olmakta kişiyi bu kafirlikten kurtarmaz. Bugün bu tip isimler almalarına rağmen meydanlarda kahrolsun şeriat deme cüretinde bulunup İslama saldıran insanlar bulunmaktadırlar. Bu Allaha düşmanlıktan başka bir şey değildir.
“O, insanı bir damla sudan yarattı. Bir de bakarsın ki o, apaçık bir düşman kesilmiş! (Nahl Sûresi 4.Âyet)
Yoktan varedilen insanın Allah’a düşman kesilmesi ne kadar büyük bir nankörlüktür. Bugün bu düşmanlığı yapanlar arasında namaz kılıp, oruç tutanlar bile bulunmaktadır. Şu unutulmamalıdır ki İslam ibadetleriyle ve yasalarıyla bir bütündür. İslamı namaz, oruç gibi ibadetlerden ibaret görüpte yasalarını tanımamak kişiyi kafir yapar. Yani Kur’anın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayanlar, Bakara suresi 85.ayette belirtilen tehditle karşı karşıyadırlar.

…Siz Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Onlar kıyamet gününde de en şiddetli azaba itileceklerdir. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. (Bakara Sûresi 85.Âyet)

Ayrıca Allah’ın yasalarının geçmişte kaldığı bu devirde artık geçerliliği olmadığı gibi şeyler söylemekte kişiyi kafir yapar. Bu Kuran kıyamete kadar geçerli olan bir kitaptır.Kuranın asırlar önce bildirdiği birçok gerçek, örneğin tatlı ve tuzlu su barındıran denizlerin arasına Allah’ın bir engel koyduğu gibi birçok mucizevi açıklamanın manaları ancak günümüzde ortaya çıkmıştır. Bilimsel bulgular Kuranın bildirdiği birçok gerçeği yeni yeni keşfetmektedir. Bu da bu Kitabın kıyamete kadar geçerli olan son derece aktif bir Kitap olduğunu göstermektedir. Eğer öyle olmasaydı Kuran’ın son Kitap oluşunun bir önemi kalmazdı. İnsanı en iyi, onu yaratan bilir. Bu yüzden insan için gerekli kanunları da ancak Allah belirleyebilir. Onun yasalarının uygulanmadığı ülkelerin hali ortadadır. Ahlaksızlık ve suç patlamasının yoğun bir şekilde yaşandığı bu ülkelerde artık insanların can ve mal güvenliği kalmamıştır.

“Allah’ın kendisine okunan âyetlerini dinleyip, sonra onları hiç duymamış gibi büyüklük taslamakta ısrar eden bütün yalancı ve günahkârların vay haline! İşte böyle kişiyi acı veren bir azapla müjdele.” (Câsiye Sûresi 7-8)

Yeryüzündeki insanlar ve hatta müslüman olduğunu söyleyenler arasında, Allah’ın ayetlerinin kendine okunduğunu işiten, sonra da onları sanki hiç işitmemiş gibi kibrinde ısrar eden ne kadar çok insan vardır?! Çünkü o ayetler, nefsinin arzularına uymuyor, alışkanlıklarına ayak uydurmuyor, batılına yardım etmiyor, şerrini tasdik etmiyor, onun yönünde gitmiyor.

TAĞUTLAR

“Dinde hiçbir zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan ayrılıp ortaya çıkmıştır. Kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa hiç kopmayan sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah her şeyi işitir ve bilir. Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostları ise tağuttur. O da onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. İşte onlar cehennemliktirler ve onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.” (Bakara Sûresi 256-257)

Tağut, Allah’a başkaldıran, insanlar üzerinde ilahlık, rablik taslayan, yeryüzünde hükümranlık iddiasında bulunan kimselere denmektedir. Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden veya Allah’ın hükümlerinden başka hükümlerle toplumları idareye kalkışan her kimse tağut olarak nitelenmeyi hak eder. Bu kimi zaman bir yönetici olur kimi zaman askeri liderler olur. İlkelerini kurallarını, kanunlarını Allah’ın şeriatına dayandırmayan her sistem, kişi, ideoloji, gelenek tağut kapsamına girer. Günümüzdeki en yaygın tağuti sistemler demokratik ve laik rejimlerdir.

Bugün yeryüzünde insanlar kurdukları meclislerde insanların hayatları için kanunlar koyarlar, anayasalar icat ederler ve bunlara dokunulmazlık zırhı giydirirler. Oysa Allah insanın hayatı için gerekli kanunları koymuştur. Hırsızlığın, cinayetin cezalarını belirlemiş, kumarı, fuhşu, faizi, içkiyi yasaklamış ve daha bunlar gibi bir çok emirler ve yasaklardan oluşan kanunlar belirlemiştir.

Sen kalk kendini yaratana karşı, onun emirlerine kanunlarına karşı uyduruk kanunlar koy. Allah’a karşı bundan daha büyük bir küstahlık yapılabilir mi? Bu tağutları destekleyenler, daha ne kadar bu insanları desteklemeye, alkışlamaya devam edeceksiniz. Oysa hepimizin yaratıcısı olan Allah, bizlerden O’nun yasalarını yani Şeriatini benimseyip desteklememizi istemektedir. Tağutları benimsemek, onları başa geçirip, koydukları kanunlardan hoşnut olmak, onları baş tacı etmek imanı bozar. Yani sadece lafla iman ettim demekle iş bitmez. İster demokratik laik cumhuriyet rejimi olsun ister komünist rejimler veya başka tağuti düzenler olsun bütün bu tağuti düzenlerde, parti, kişi, topluluk iktidarda kim olursa olsun Allah’ın hükümlerini çiğnerler. Tağuti düzenler adeta bir dönme dolaptır, sürekli iktidarları el değiştirir fakat iktidara kim gelse sonuç değişmez ve çarkları döner durur, yine Allah’ın yasaları değil heva ve hevesin ürünü olan yasalar uygulanır. Bütün bunlar kullara kulluk düzenlerinden başka bir şey değildir ve tağuta kullukta imanı bozar.

“Sonra Biz seni de bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Bilmeyenlerin heveslerine uyma!” (Casiye Sûresi 18)

Bu ayette mesele net bir şekilde ortaya konuyor. Ya insanların keyfi arzularının peşinden gideceksiniz, ya da Allah’ın kanunlarının. Bir yanda yaratıcımız Allah’ın sistemi diğer yanda ise aciz ve zavallı insanların sistemi.

“…Allah tarafından gelen doğru bir yol üzere olmayıp, kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir?…” (Kasas Sûresi 50)

“Kim de Allah’a ve peygamberine isyan eder, O’nun kanunlarını çiğnerse Allah onu içinde ebedi olarak kalacağı cehenneme sokar. Onun için aşağılayıcı bir azap vardır.” (Nisâ Sûresi 14)

“Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilen kimse gibi olur mu? Onlar heveslerinin peşine düşmüşlerdir.” (Muhammed Sûresi 14)

“…Kim Allah’ın hükümlerini çiğnerse, kendine yazık etmiş olur…”
(Talâk Sûresi 1)

BEL’AMLAR
(Sahtekar din adamları)

Bel’amlarsa tağutların sağ kollarıdır. Onların vazgeçemediği yardımcılarıdır. Belamlar Allah’ın ayetlerini gizleyen manalarını bozmaya çalışan, tağuti sistemlerle uzlaşan bu görevleri için onlardan maaş alan alim ve din adamı sıfatıyla ortaya çıkan hain kişilerdir. Onlar tağutlarla işbirliği içindedirler. Tağutların Allah’ın kanunlarını çiğnemelerine, onların yerine kendi uyduruk kanunlarını uygulamalarına hiç seslerini çıkarmazlar. Allah’ın dini yerine tağuti sistemlere hizmet ederler. İşte onlar ahiretlerini satıp dünyayı alan, şereflerini satıp ateşi alan kişilerdir. Belamlar da tevbe edip hallerini düzeltmezlerse cehennemi boylayacaklardır.

Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de bununla biraz para alanlar muhakkak ki, karınlarına ateşten başka bir şey yemezler ve kıyamet günü Allah onlarla ne konuşur, ne de onları temize çıkarır; onlara sadece pek elem veren bir azap vardır. İşte onlar, hidayeti verip sapıklığı, affedilmeyi bırakıp azabı satın alan kimselerdir. Bunlar, ateşe karşı ne kadar da sabırlıdırlar!
(Bakara Sûresi 174-175)

MÜŞRİKLER

“Andolsun ki, sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: Eğer Allah’a ortak koşarsan mutlaka amelin boşa gider. Zarara uğrayanlardan olursun.” (Zümer Sûresi 65)

“De ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım, ancak bana ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Vay O’na ortak koşanların haline!” (Fussilet Sûresi 6)

Müşrik, Allah’ın varlığına inandığı halde O’na şirk yani ortak koşan demektir. Bunun bir çok türü vardır. Allah kendisine ortak koşanları bu hal üzere ölmeleri halinde asla bağışlamayacaktır. Onların bütün iyi amelleri Allah’a ortak koştukları için boşa gidecektir. Onlarda sonsuza kadar cehennemde azap göreceklerdir.

“Allah kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz. Bunun dışında kalan şeyleri ise dilediği kimselere bağışlar. Allah’a ortak koşanlar mutlaka derin bir sapıklığa düşmüşlerdir.” (Nisâ Sûresi 116)

“…Kim Allah’a ortak koşarsa şüphesiz Allah cenneti ona haram kılar. Onun varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin hiçbir yardımcıları yoktur.” (Mâide Suresi 72)

“Şüphesiz ki kitap ehlinden olsun, müşriklerden olsun, inkâr edenler, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte onlar, halkın en kötüleridir.” (Beyyine Sûresi 6)

Allah’a ortak koşanların sonsuza kadar cehennemde yanacaklarını bu ayetlerden açıkça gördük. Şimdide Allah’a nasıl ortak koşulabildiğini görmek için Tevbe Suresi 31.Âyete bakalım.

“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Oysa kendilerine sadece tek ilâh olan Allah’a kulluk yapmaları emredilmişti. Ondan başka ilah yoktur. Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Tevbe Sûresi 31)

Bu ayetten insanın insanı nasıl Rab edinebildigini görmekteyiz. Hahamlarını papazlarını Rabler edinen onları ilahlaştıran kitap ehli aslında onlara bizzat tapmıyorlardı ve onları kainatın ilahı olarakta görmüyorlardı. Onları müşrik durumuna düşüren Allah’ın helallerini haram, haramlarını helal kılmalarına rağmen bu din adamlarına itaat etmeleriydi. Aynı şekilde ister yönetici, ister İslam adına çıkmış din adamı, şeyh olsun Allah’ın kanunlarına kurallarına muhalif kanun ve kurallar çıkaranlara itaat edip onları baş tacı edenler onları kendilerine Rabler edinip Allah’a ortak koşmuş olurlar. Hüküm ve hakimiyet yalnızca Allah’a has bir haktır. Allah’tan başka kimsenin kanun koyma hakkı yoktur. Her kim yalnız alemlerin Rabbine mahsus olan ‘’helal ve haram belirleme’’ hakkını kendinde görürse diliyle söylemezse bile kendini ilahlaştırmıştır. Her kim de sadece Allaha mahsus olan bu hakkı oy vererek ve ya başka bir şekilde her hangi bir kişi veya partiye verirse, o kişi veya partiyi ilahlaştırmıştır. Bu yüzden kişi, Allah’ın hükümlerinin çiğnendiği sistemlerde kesinlikle oy vermemelidir.

Diğer bir şirk türü de duada, ibadette yapılan şirktir. Müşriğin Allah’a ait bazı özellikleri, bir başka var¬lıkta da görmesi, onu Allah’a yakın saymasından kaynaklanır. Ona boyun eğer ki, kendini Allah’a daha çok yaklaştırsın. Oysa bu iyi niyet onları müşriklikten kurtarmaz.

“İyi bil ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’ndan başkasını dost edinen kimseler: “Biz onlara sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” derler…” (Zümer Sûresi 3)

İşte Allah’a yaklaşmak niyetiyle kimi putları, kimi mezarları, kimi de şeyhleri, duasında ibadetinde Allah’la arasında aracılar kılıp Allah’a ortak koşar. Müşriğin putunun illa tahtadan taştan olmasına da gerek yoktur, kimide kendine etten putlar edinir. Bunu yapanlar yaptıkları şirkleri niyetlerinin iyi olmasına güvenerek mahsurlu bir şey olarak dahi görmezler. Oysa şirklerini inkâr etmeleri onları kıyamet günü azaptan kurtaramaz.

“Bir gün onların hepsini toplarız. Sonra ortak koşanlara: “Hani iddia ettiğiniz ortaklarınız nerede?” deriz. Sonra onlar: “Rabbimiz olan Allah’a andolsun ki, biz ortak koşanlar değildik” demekten başka çare bulamazlar.” (En’am Sûresi 22-23)

Bu tür şirke bulaşanlar şunu unutmamalıdır ki, Allah kullarına yakındır, duanızda ibadetinizde araya kimseyi sokmayın, araya kimseleri karıştırmamanız sizin menfaatinize olacaktır.

“Kullarım sana Beni sorarlarsa, şüphesiz ki Ben, onlara çok yakınım. Dua edenin duasını, bana dua ettiği zaman kabul ederim. O halde onlar da benim davetime uysunlar ve Bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olsunlar.” (Bakara Sûresi 186)

“Gerçek dua yalnız O’na mahsustur. O’ndan başka dua ettikleri şeyler ise onların hiçbir dileklerine cevap veremezler. Onların hali, ağzına gelmesi için avuçlarını açıp suya uzatan kimsenin hali gibidir. Oysa su avuçlayıp almadıkça ağzına gelmez. Öyle ise kâfirlerin duası sapıklıktan başka bir şey değildir.” (Ra’d Sûresi 14)
İnsanlar arasında Allah’a çeşitli eşler koşanlar ve bu koştukları eşleri Allah’ı sever gibi sevenler vardır. Oysa müminler en çok Allah’ı severler. Zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah’ta olduğunu ve Allah’ın azabının ağır olduğunu anlayacaklarını keşke şimdiden bilselerdi!

İMTİHAN DÜNYASI II

Posted in Kafkasyıldızı,Karaçay,Bilgi Denizi.Tarih,Türk with tags , , , , on 16/04/2013 by kafkasyildizi

KIYAMET-MAHŞER

“O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Hiç bir dost diğer bir dostunun halini sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister. Fakat ne mümkün! O cehennem alev alev yanan bir ateştir.” (Mearic Sûresi 8-15)

“O muazzam gürültü, kıyamet kopup geldiği zaman; İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar. O gün onlardan her birinin başından aşkın derdi ve tasası vardır.” (Abese Sûresi 33-37)

O günün dehşetinden herkes kendi derdine düşmüş bir durumdadır. İnsan en yakınlarından bile kaçabiliyorsa o günün dehşetini bir düşünün! Annenizin sizden kaçtığını düşünebiliyor musunuz? O halde cennete giden yol araştırılmalı ve o yolda ölünceye kadar sebat göstermelidir.

Son pişmanlık fayda vermez…
“İşte o gün insan hata işlediğini anlar, ama artık bu anlamanın ona ne faydası olacak? O zaman insan: “Keşke bu hayatım için ben önceden salih ameller işleyip gönderseydim” diyecektir. Artık o gün Allah’ın edeceği azabı, hiçbir kimse edemez.” (Fecr Sûresi 23-25)

Cehennemlikler ateşin kenarında ona atılmak için bekletilirken pişmanlıklarından dolayı yalvarırlar yakarırlar tek temennileri dünyaya geri dönmektir. Dünyaya dönüp hatalarını telafi etmek isterler. Ama bu olanaksızdır öğüt alma yurdu dünya artık geride kalmış, fırsatlar kaçmıştır. Defalarca özür beyan ederler ama bugün özür dileme günü değildir. Geçmiş amellere göre karşılık görme günüdür.

“Ey inkâr edenler! Bugün artık özür beyan etmeyin. Siz ancak yaptığınız şeylerle cezalandırılacaksınız.” (Tahrîm Sûresi 7)

Hatta kişi o gün azaptan kurtulmak için en çok sevdiği; dünyadayken uğruna hayatını feda etmeye hazır olduğu, onlar için mücadele ettiği, onlar için yaşadığı oğlunu, karısını, kardeşini, içinde yetiştiği kendisini barındıran ailesini fidye vermek ister. Daha doğrusu kurtuluş çırpınmaları, kendisinden başkasını düşünme duygusunu ortadan kaldırmıştır. Bu yüzden yeryüzünde bulunan her şeyi vermek ister, tek kendisi kurtulsun diye. Ama bu istekleri de bir sonuç vermez.

“O gün onlar birbirlerine gösterilirler. Suçlu olan kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, sonra kendisini kurtarsın. Ama hayır, bu asla olmaz. Cehennem gerçekten derileri kavurup soyan alevli ateştir.” (Meâric Sûresi 11-16)

-Cehennemdeki bazı azap türleri-

Allah iman etmeyenlere çok büyük bir azap hazırlamıştır. O da ebedi olarak cehennemde yanmaktır. Bu işin ciddiyetini anlamayanlar birkaç saniyeliğine ellerini ateşte tutabilirler. Düşünün bu bile insana ne kadar acı vermektedir. İnsan iman etmediği takdirde bu ateşin daha şiddetlisinde birkaç saniye, dakika veya gün değil sonsuza kadar kalacağını düşünürse, kendisini bekleyen tehlikenin boyutunu anlayabilir. Dünyadaki sıcaklardan, hatta sineğin uğultusundan rahatsız olup şikayetçi olan insan, o azaba nasıl dayanacak?

Ebu Hüreyre(r.a.)’den rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Yaktığınız şu ateşiniz cehennem ateşinin yetmiş cüz’ünden bir cüzdür.
Ya Rasûlullah! Vallahi (böyle) olsaydı bile (azaba) yeterdi” dediler.
“Cehennem (bu) ateşin üzerine, altmış dokuz derece daha fazla kılındı. Her birinin harareti, dünya ateşinin harareti gibidir.” buyurdu. Hadis (Buhari, Müslim, Tirmizî)

Zincirlere vurularak ateşe sürülürler…

O gün günahkârların bir arada zincirlere vurulmuş olduklarını görürsün. (İbrahim Sûresi 49)
Allah’ın dünyada lütfuyla kendilerine verdiği rızık, mal ve eşyada cimrilik yapıp, zekat vermeyip, o mallardan Allah yolunda harcamayanların vücutları o mallarla dağlanır ki onlar bunları kendi evlerinden, cimrilik edip tuttukları şeylerden getirmişlerdir. Bu korkunç bir sahnedir!

“…Altın ve gümüşü biriktirip, Allah yolunda harcamayanlara acı veren bir azabı müjdele! Bunlar kıyamet günü cehennem ateşinde kızdırılır. Onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanır. Onlara: “İşte kendiniz için biriktirdiğiniz; biriktirdiklerinizi tadın!” denir.” (Tevbe Sûresi 34-35)

Derileri yanıp kavruldukça azaplarının devamı için yeni derilerle değiştirilir…

“Âyetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe sokacağız. Derilerinin her yanışında azabı tatsınlar diye onları başka derilerle değiştireceğiz. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ Sûresi 56)

Ateşten başka kaynar su azabı da vardır…

“…İnkâr edenler için ateşten elbiseler kesilmiştir. …Başlarının üzerinden de kaynar su dökülür. O su ile karınlarındaki (organlar) ile derileri eritilir.” (Hac Sûresi 19-20)

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Hz.Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kaynar su onların başlarının üzerine dökülecek ve bu su onların karınlarına ulaşıncaya kadar nüfuz edecek ve ayağından çıkıncaya kadar da, içinde ne varsa parçalayıp dışarı çıkaracaktır. İşte bu sahrdır (sıcaktır). Sonra olduğu gibi (geri eski hallerine döndürülürler).” Hadis (Tirmizî-Beyhaki)

Onlara azap için kamçılar, zincirler, halkalar ve türlü türlü azap aletleri vardır…

“Onlar için demirden kamçılar vardır.” (Hac Sûresi 21)

Doğrusu biz kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık. (İnsan Sûresi 4)

Kimileride cehennemin dar bir yerine atılır üzerlerine ateş kapatılır. Oradan çıkmak için azap içinde kıvranıp dururlar.

“Onlar elleri boyunlarına bağlı olarak oranın dar bir yerine atıldıkları zaman, orada yok olup gitmeyi isterler. O durumdayken onlara: “Bugün bir kere yok olmayı istemeyin, bir çok kere yok olmayı isteyin!” denir.” (Furkan Sûresi 13-14)

Onların üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacaktır. (Beled Sûresi 20)

Kimileri de direklere bağlanarak yakılırlar ve cehennemlikler için bunlar gibi daha bir çok azap türleri vardır.

“Onlar, uzatılmış direkler arasında bağlı oldukları halde, o ateş onların üzerine sımsıkı kapatılacaktır.” (Hümeze Sûresi 8-9)
-Cennetliklerin ihtişamlı yaşamı-

“Şüphesiz ki iyiler mutlaka cennette, nimet içindedirler.
Tahtlar üzerinde oturup, kendilerine verilen nimetleri seyrederler.
Sen onların yüzlerinde nimete kavuşmanın sevinç pırıltısını görüp, kendilerini tanırsın.” (Mutaffifîn Sûresi 22-24)

“Onların etrafında sanki sedeflerinde saklı inciler gibi tertemiz, kendilerine ait hizmetçiler dolaşır.” (Tûr Sûresi 24)

“Onların etrafında altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının çektiği ve gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Siz orada ebedi olarak kalacaksınız.” (Zuhruf Sûresi 71)

Cehennemlikler azap içinde kıvranırken, aşağılık bir yaşam sürerken, cennetlikler dünyadaki kralların sürdüğü yaşamdan bile kat kat üstün ve ihtişamlı müreffeh bir yaşam sürerler. İşte onların yüzünde nimet belli olur. Yüzlerinden memnuniyet taşar. Bulduklarıyla ferahlayan yüzler. O yüzler, işlediği amellerle övülür de neticesini ve hayrını bulurlar tahtlar üzerine kurulup kendilerine verilen mükafatları izlerler. Etraflarında emirlerine amade Allah’ın kendilere hizmet için yarattığı tertemiz pırıl pırıl hizmetçileri dolanır. Cehennemlikler hakaret ve kınama ile çağrılırlarken bunlar merhabalarla, izzet ve ikramlarla çağırılacaklardır. Cennetliklere korku yoktur. Bir de bakarsın ki aralarında altından tabaklar ve bardaklar dolaştırılır. Bir de ne göresin cennette onlar için canlarının istediği her şey vardır.

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edilmiştir. Hz.Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Her kim cennete girerse nimet ve naz içinde müreffeh ve hoş hali olur. Kendisine hiçbir sıkıntı ve darlık dokunmaz. Elbisesi eskimez ve gençliği geçmez. Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan kalbine gelmeyen nimetler vardır.” Hadis (Müslim)

Cennet Ehlinin Mekanları

“Biz, iman edip salih amel işleyenleri, mutlaka altlarından ırmaklar akan ve içlerinde ebedi olarak kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. İyi amel işleyenlerin mükâfatı ne güzeldir! Onlar, sabreden ve yalnız Rab’lerine dayanıp güvenen müminlerdir.” (Ankebût Sûresi 58-59)

“…Onlar cennet köşklerinde güven içindedirler.” (Sebe Sûresi 37)

“Fakat Rablerinden korkan kimseler için üst üste bina edilmiş ve altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Bu, Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz.” (Zümer Sûresi 20)

Cennet ehli cennetin çok güzel konutlarında sonsuza kadar yaşayacaklardır. Asla yok olmayacak konutlarda sonsuza kadar yaşamak… Düşüncesi bile inanılmaz. Şu gelip geçici dünyanın konutları onlarla kıyaslanamaz. Biri gelip geçici diğeri ise kalıcı. Aklı olan kalıcıyı tercih eder. Cennetteki küçücük bir yer bile dünyadan değerlidir.

Ebu Hüreyre(r.a.)’den Hz.Muhammed (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Cennetteki bir yay miktarı (yer), üzerine güneşin doğduğu veya battığı (her şeyden) daha hayırlıdır.” Hadis (Tirmizî)

“Orada sürekli akan bir pınar vardır. Orada yükseltilmiş tahtlar, Önlerine konulmuş kadehler, Dizilmiş yastıklar, Ve serilmiş kıymetli halılar vardır.” (Ğaşiye Sûresi 12-16)

“Onlar orada örtüleri parlak atlastan olan yataklara yaslanırlar…” (Rahmân Sûresi 54)

Cennetin konutlarında güzel mobilyalar, döşekler vardır. Rahatça yaslanmak için yastıklar, halılar… İster süs için, ister istirahat için fark etmez şuraya buraya serilmişlerdir. Cennetlikler eşleriyle yataklarına yaslanıp zevkü sefa sürerken, cehennemlikler ise ateşten yataklarına yaslanırlar. Birilerinin altlarından ırmaklar akarken, diğerlerini de altlarından ve üstlerinden ateş kaplar.

Azap kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından sardığı gün Allah onlara: “Yaptıklarınızın cezasını tadın!” der. (Ankebût Sûresi 55)

Onların altlarında cehennem ateşinden yataklar ve üstlerinde yine cehennem ateşinden örtüler vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız. (A’râf Sûresi 41)

Onlar için altlarından cehennem ateşinden yatak ki alay için yatak diye isimlendiriliyor. Çünkü o gerçek bir yatak gibi, ne yumuşaktır ve ne de rahatlık verir. Onların üstlerinden de kendilerini kapatacak cehennem ateşinden örtüleri vardır! Yaslanacak ve duracak yer olarak ateş ne kötüdür. Onlar orada yaslanacaklar, oturacaklar ama rahat etmek için değil, perişan olmak, kızarmak ve haşlanmak için.

“De ki: Bu mu daha iyidir, yoksa Allah’tan korkanlara vaad edilen ebedîlik cenneti mi?..” (Furkan Sûresi 15)

Elbette cennet daha iyidir. Hiç cennetle bu dayanılmaz belâ mukayese edilebilir mi? Ey insanlar, seçme elinizdedir. İster bunu, ister onu seçersiniz!

-Cehennemliklerin Yakarışları-

“İnkâr edenler için de cehennem azabı vardır. Ölümlerine hükmedilmez ki, ölsünler. Kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez. İşte Biz her nankörü böyle cezalandırırız. Onlar cehennemde: “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Önce yaptığımızdan başka salih bir amel işleyelim” diye feryat ederler. Allah onlara: “Öğüt alacak olanın öğüt alacağı kadar sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da geldi, Öyleyse şimdi tadın azabı, zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur” der.” (Fâtır Sûresi 36-37)

Tövbe, itiraf ve pişmanlık… Fakat fırsatlar kaçtıktan sonra… İşte biz, sert bir azar taşıyan kesin red cevabını işitiyoruz: “Öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar sizi yaşatmadık mı?…” Size sağlanan geniş fırsattan yararlanamadınız. O geniş ömürden, o güzel fırsattan faydalanmadınız. Halbuki o ömür öğüt almaya kâfi idi. Oysa bu fırsat, düşünmek isteyenlerin düşünmeleri için yeterli idi. Ömrün bu genişliğinden istifade etmediniz. Hükümde tekrar dönüş yoktur. Şiddetli bir azaptır bu. Onu değiştirip düzeltmenin hiçbir yolu yoktur. İş bitmiştir. Allah kullar arasında hükmünü vermiştir. İşte şu kimseler, Allah’tan yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anladıkları zaman, herkesi kaplayan bir zillet ve küçüklük içerisinde cehennemin muhafızlarına yönelirler. Cehennem bekçilerinden, bu şiddetli musibetin açılması ümidiyle Rab’lerine dua etmeleri için, yardım isterler.

“Ateşte olanlar cehennemin bekçilerine: “Rabbinize yalvarın da bizden bir gün olsun azabı hafifletsin” derler. Cehennem bekçileri de: “Size peygamberleriniz apaçık mucizeler getirmediler mi?” derler. Onlar, “Evet getirdiler” diye cevap verirler. Bekçiler: “Öyle ise kendiniz yalvarın” derler. Kâfirlerin yalvarması ise elbette boşunadır.” (Mü’min Sûresi 49-50)
Bir gün… Sadece bir gün nefeslerini toplayıp istirahat edecekler.. Rahat nefes alacakları ve istirahat edecekleri tek bir gün. Demek ki, bir tek gün dahi yalvarıp yakarmalarına değiyor. Fakat cehennem bekçileri bu hazin, zavallı ve umutsuz yakarışlara gönül rahatlatan bir cevap vermiyorlar. Çünkü onlar ilkeleri biliyorlar. Allah’ın yasalarını ve zamanın çoktan geçtiğini biliyorlar. Bu nedenle onlar azarlamaları ve bu azaba düşüş nedenlerini hatırlatmaları ile azap içindekilerin ıstıraplarını daha da arttırıyorlar.
“Şüphesiz ki suçlular, cehennem azabında ebedi olarak kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez ve onlar azap içinde ümitsizdirler. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zalimdirler. Onlar cehennem bekçisine: “Ey Malik! Rabbin artık bizi öldürsün” diye seslenirler. Malik de: “Siz böylece kalacaksınız” der.” (Zuhruf Sûresi 74-77)

Cehennemdekiler, cehennem bekçilerinin en büyüğü ve reisleri olan Malik’e sesleniyorlar ki Rabbine dua etsin. Kendilerini azaptan kurtarması için değil, buna ümitleri yok. Azabı hafifletmesi için de değil, bundan da ümitlerini kesmişlerdir. Kurtulmak için, yardım istemek için bağırmıyorlar. Çünkü bu konuda her şeyden ümitlerini kesmişler, tamamen karamsardırlar. Tek istedikleri yok olmak. Bir an önce yok olup rahat etmek. Bu şiddetli azap karşısında ölüm onlar için bir arzudur! Ancak bu suretle kurtulabileceklerini düşünüyorlar. Başka çare yok. Burada ölmek büyük bir kurtuluştur. Durum ne kadar vahim ki ölüm, gaye oluyor. Bundan ötürü acı bir nara yükseliyor: “Ey Malik! Rabbin artık bizi öldürsün!” Ama cevap umutsuzluğa düşüren, onların yalvarışını hiç umursamayan bir cevap oluyor. “Siz böylece kalacaksınız.” Kurtuluş yok ümit yok. Ölmeniz söz konusu değil. Ölüp rahat etme bile yok. İşiniz bitirilmeyecek, böyle kalacaksınız! İşte Allah’a layıkıyla iman etmeyenler sonsuza kadar bu cehennem hapishanesinde kalacaklardır. Kaçışa imkan olmayan bu hapishanede…

“…Biz cehennemi kâfirler için bir hapishane yaptık.” (İsrâ Sûresi 8)

“Onlar cehennem ateşinden çıkmak isterler ama oradan çıkacak değillerdir. Onlar için sürekli bir azap vardır.” (Mâide Sûresi 37)